Neleri kendimize yük ediyoruz, hiç düşündünüz mü? Neleri elde etmek için gece gündüz çalışıyoruz, neye kıymet veriyoruz?
Her şey çok fazla sanki hayatımızda. Fazlalıklar bunaltıyor bizi. Çok fazla eşyaya sahibiz. Herkesin her şeyi var. Evler dolusu mobilya var mesela. Tüm odalarda eşyalar, yaşam alanlarımızı kısıtlıyor. Evlerimizin içi lüks oteller gibi olsun istiyoruz. Tüm mobilyalar, beyaz eşyalar ve hatta küçük ev aletlerine kadar her şey en popüler markalardan olsun istiyoruz. Olmazsa kendimizi eksik hissediyoruz. Bu uğurda aylar, yıllar süren taksitler ödemek pek bir önem taşımıyor.
Bir de mutfak eşyaları var. Takım takım tabaklar, bardaklar, fincanlar, kaşık ve çatallar… Son yıllarda sosyal medyanın da etkisiyle ortaya çıkan sunum çılgınlığından dolayı herkesin mutfak eşyaları, kraliyet sarayında yaşıyormuş hissi veriyor. Zengin içerikli, şık sofralar herkesi büyülüyor. İmkânı olan bir benzerini yapmaya, olmayan da bu albenili sunumlara biraz hayranlıkla, biraz da hasetle bakmaya devam ediyor. Her şeyin zamanla modası geçiyor ve artık kullanılmak istenmeyen, fakat aslında daha yıllarca kullanılabilecek birçok şey çöpe gidiyor.
Giysi ve ayakkabılarımız da çok fazla. Gardırop dolusu giysimiz olsa da “giyecek hiçbir şeyimiz yok” hissi duyuyoruz. Belki de hiç giymeyeceğimiz giysileri indirimde diye alıp, henüz etiketi bile üstündeyken giymediğimiz için eliyoruz. Verecek birilerini ya da giysi toplama kutularını aramaya başlıyoruz.
Ne kadar çok ve gereksiz eşya biriktirdiğimizi en çok taşınırken fark ediyoruz. Alınan eşyalar evde bir yerlere yerleştiriliyor. Hiç kullanılmasa dahi, yıllarca oldukları yerde kalıyor. Taşınma zamanı geldiğinde, ne zaman aldığımızı unuttuğumuz pek çok eşyayı buluyoruz. Eğer gereksiz ve fazla olanları seçelim, sadece gerçekten kullandıklarımızı götürelim dersek eşyaları paketleme süresi de artıyor.
Popüler kültür çok eşyayı özendirse de son yıllarda minimalizm kavramı da yükselmekte. Minimalizm, sadeleşmeyi ve gereksiz şeylerden arınmayı esas alan bir yaşam tarzı. Birçok yerde, özellikle de büyük şehirlerde evler daha küçük yapılmaya başlandı. Evler küçük olunca, eşyalar da buna uygun olarak seçilmeye, dolayısıyla da en elzem olanlar bu evlerde yer almaya başladı. Özellikle gençler bu yaşam tarzını benimsiyor.
Eşyaların çok olması, her yerin dolu olması insanın ruhunu sıkan bir şey. Benzer şekilde, etrafımızda çok insan olması da mental olarak bizi olumsuz etkileyebilir. Hani “Az insan, çok huzur.” denir ya, çok güzel bir sözdür. Çevremizde ne kadar çok insan varsa, o kadar farklı düşüncede, farklı yaratılışta insan var demektir. Bizi aşağı çeken, olumsuz etkileyen insanları tıpkı gereksiz eşyalar gibi hayatımızdan çıkarmak, bunu yapamıyorsak bile mesafeyi korumak, iletişimimizi sınırlandırmak şüphesiz iyi gelecektir. Çevremizde birkaç iyi arkadaşımız olsa, onlar hem dertleşmeye hem eğlenmeye yeter de artar bile.
Her şeyin fazlası yorar insanı. Eşyanın da, insanın da, sözün de… En iyisi denge.