İşimiz artık çok zor. Öyle bir zamana denk geldik ki ara ki insan bulasın; insanlar içinde öyle birine denk gel ki insan olasın. İnsan olacaksın da hakkı savunacaksın.
Artık insanlık büyük bir dönemece girdi. İnsanlar olması gibi eğitilmiyor. Ahlak, adalet, hak ve hukuk en başta öğretilmesi gerekirken, insanlara kısa yoldan nasıl para kazanılacağı öğretiliyor. Zamanla para kazanmayı öğrendikten sonra da amaca ulaşılmıyor. Daha sonrasında ise bazı koltuklarda oturan insanlara gidilerek nasıl sözde büyük insan olunma yoluna gidiliyor. Bu durumun sonucunda adil, ehil ve liyakatli insanlar yerine kendi ve bazı insanların çıkarlarına göre yöneticiler doğuyor.
Günümüz dünyasında ekonomi en önemli kıstas olarak görülmektedir. Toplumların gelişmişlik düzeyi yalnızca ekonomik göstergelerle ölçülmez. En temel kıstaslardan biri yönetenlerin adil, ehil ve sorumluluk sahibi olmasıdır. Ne yazık ki birçok kurumda yöneticilik makamına oturan kişilerin koltuğun verdiği güçle kendilerini ayrıcalıklı görmesi, adalet duygusunu, liyakati ve etik değerlere bağlılığı zayıflatmaktadır.
Size bir görev verildiğinde, her ne olursa olsun, önce dönüp koltuğunuza bakmayın. Yöneticiliğin özünde hizmet vardır. Makam sahibi olmak diğer insanlardan üstün olmak değil, topluma ve kuruma daha fazla sorumluluk yüklenmesi demektir. Ancak koltuğa oturdukça insanın karakteri değil, yalnızca konumu değişir. Eğer kişinin vicdan temeli sağlam değilse güç zehirlenmesi kaçınılmaz hâle gelir. Böyle bir durumda yönetici kendisini denetleyen mekanizmaların etkisinden çıkarır, eleştirileri dikkate almaz ve keyfi kararlar almaya başlar.
Önce siz kendinizi tanıyın. Bulunduğunuz makam her ne olursa olsun size zoraki veya görev olarak da verilmiş olabilir. Siz o koltukta oturabilirsiniz ama eğer işin ehli değilseniz, yanınızda çalışan işin ehli insanlarla iş birliği içinde olun. Çünkü liyakatin yok sayıldığı ortamlarda adalet tamamen yara alır. Görevini hakkıyla yapan, bilgi ve emekle yükselmeye çalışan kişiler geri plana itilirken torpil ve şahsi ilişkilerle yönetime gelen bireyler önemli pozisyonlara yerleştirilir. Bu durum yalnızca çalışma motivasyonunu değil, kurumun saygınlığını ve verimliliğini de çökertir. Çünkü makamı hak etmeyen kişi o makama değer katamaz; aksine kurumu geriye götürür.
Adaletin olmadığı bir yerde güven de olmaz. İnsanların sisteme olan inancı zayıfladığında toplumsal huzur bozulur, çalışma hayatında isteksizlik ve umutsuzluk artar. Liyakatsizliğin sistematik hâle geldiği kurumlarda yetenekli bireyler ya pasifize edilir ya da başka alanlara, hatta başka ülkelere yönelmek zorunda kalır. Böylece nitelikli insan gücü kaybedilir ve gelişim sekteye uğrar.
Çözüm, makamın değil insanın yüceltilmesinden geçer. Yöneticiler güçle değil; tevazu, adalet, şeffaflık ve hesap verebilirlikle var olmalıdır. Görevler ehline teslim edilmeli, torpil ve kayırmacılık tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Yönetim anlayışı kişisel çıkarları değil, ortak iyiliği gözetmelidir.
Bana sorarsanız yöneticilerin adaletsizliği, kendini üstün görme hastalığı ve liyakatsizlik sorunu yalnızca bireyleri değil, toplumun tüm yapısını etkileyen derin bir meseledir. İyi yönetilemeyen bir kurumun ilerlemesi mümkün değildir. Adalet ve liyakat yeniden merkeze alınmadıkça ne kurumlar ne de toplumlar hak ettiği gelişmişlik seviyesine ulaşabilir.
Sonuç olarak; her zaman en çok çalışan, emektar, liyakatsiz ve adil olmayan yöneticilere rağmen canını dişine takan, ülkenin gerçek kahramanları eziliyor. Bu durum ülke ekonomisine, toplumun yapısına ve ahlakına; gelişmişliğin ve modernleşmenin önüne set çekilerek ilerlemesine engel oluyor.
Herkes kendinden başlamalı insan olmaya. Herkes kendine adil olmalı evvela; kendi insanlığına çare bulmalı, kendini hesaba çekmeli. Hak etmediği sürece kendi yerini kendisi belirlemelidir.
Çıktım makam bilinen yerlere dertlenmeye,
Baktım ne göz var beni görecek ne kulak işitmeye,
Bir çark var birilerinin elinde dönen,
Ne adalet var sorulacak ne nizam edinmeye.
















