Bazen insan sadece durmak ister. Koşmanın, yetişmenin, yetişememenin içinde öyle yorulur ki ne kadar yorulduğunu bile anlayamaz hâle gelir. Her günün bir ritmi vardır; kimi zaman usul usul, kimi zaman hoyratça atar nabzı. Rutin iyidir aslında… Ama kendi rutinimizi kurarken fazlalıkları bırakmayı, bize ait olmayan yükleri omzumuzdan indirmeyi öğrenmek gerekir. Kimi zamansa ipin ucunu azıcık gevşetmek ruhu hafifletir.
Oysa biz çoğu zaman, geldiğimiz yere varana dek aşılmış onlarca engebeyi hatırlamaz olur; olmayanlara, eksik kalanlara takılırız. Başardıklarımızı görmezden gelir, kendimizi yok sayarız. Bir köşeye yaslanıp içimizdeki “iyi ki”leri dinlemeyi ihmal ederiz. Oysa yaslanıp bir yere derin derin nefes almalı… Ciğerlerimizi havayla doldurup gökyüzüne bakmalı; bulutların bizden habersiz sürüp giden hâline gülümsemeliyiz iyikilerle.
Hatırlasana… On yıl önce —belki daha azı, belki daha fazlası— bugün sıradan görünen nice şey bir zamanlar hayalimizdi. Peki ne oldu da sıradanlaştı dünya?
Biraz bilimin kapısını tıklayalım. Dopamin… Beynin ödül sisteminin parlayan yıldızı; geçici mutluluğun kimyasal karşılığı. Peşinden koştuğumuz şeylere kavuşunca bir süre sonra “etkisini yitirdi” sandığımız his var ya… İşte onun sebebi tam da burada. Beyin yeni bir heyecan, yeni bir tat, yeni bir renk arar; dopamin hep yeni bir kapı ister çünkü.
Kazandığımız okullar, ulaşmak için can attığımız insanlar, yıllarca hayal ettiğimiz makamlar bu yüzden zamanla sönükleşir. Çünkü mutluluk da tıpkı biz gibi değişir, yenilenmek ister. —Merakı derin olanlara, konunun uzmanlarına kulak vermelerini öneririm.—
Ama şimdi dönelim kendi hikâyemize…
Madem bu yolu yürüdük, durmak da yolculuğun hakkıdır. Kimine koşmak iyi gelir, kimine durmak… Bazen çiçek açmak için biraz beklemek gerekir. Bazen düşmek… Ama dibe vurduğunda yanağındaki çizikleri şefkatle sarmak, üzerindeki tozu silkip yeniden doğrulmak insanı insanca yaklaştırır hayata. Kendini severek, kendini bilerek, kendini çözerek…
Hiçbiri kolay değil, biliyorum. Ama bütün bu hâller yaşamın içinden. Ve hiçbirimiz bu yollardan geçen ne ilk ne son kişileriz.
Hayat bazen de salata yaparken elimize aldığımız pancar gibidir. Bir sıçrar, üstümüz başımız mor lekelerle dolar. Oysa pancarın o allı morlu hâli ne güzeldir… Bir bakmayı bilirsen, bir şükretmeyi bilirsen yaşamın da rengi değişir. Dedim ya, pancar misali… Kirletir gibi görünür ama aslında renklendirir insanı. Onca faydası ise cabası.


















Ne güzel anlatmışsın canım ah unutulmasa o farkındalıklar ve güzeli görebilme, şükredebilme halimiz daim olsa ❣️