Ey gönül…
Bil ki her ayna seni sana göstermez. Bazı aynalar yalnızca yüzünü değil, ardında sakladığın sessizlikleri de saklar. Camın parıltısı seni kandırır; aslında yansıyan yalnızca bir gölgedir. Senden geriye kalmış silik bir iz, tamamlanmamış bir bakış, yarım bırakılmış bir hatıra… Bazen aynaya bakarsın ama yüz değil, yokluk görürsün. Ve o yokluk, bir saç telinin, bir kırışığın ya da bir benin kayboluşu değildir. O eksiklik, içinden çıkılmamış bir vedanın, tam kapanmamış bir defterin yansımasıdır. Çünkü aynalar camdan değil, hatıradan yapılır.
Ayna sureti yansıtır, ama hakikati değil. Cam dışını gösterir; içte olanı ise yalnızca kalp bilir. Göz görür ama gönül anlamazsa, yansımanın hiçbir kıymeti yoktur. Bir sabah olur, aynanın karşısına geçersin. Çehren aynıdır belki; ama bakışların artık sana ait değildir. Sanki gözlerini başkasından ödünç almışsındır. İşte o an, insanın kendisine en çok aynada yabancılaştığını anlarsın.
Bir zamanlar o aynada başka yüzler de vardı. Omzuna yaslanmış bir dost, tebessümüne eşlik eden bir kardeş, gözlerimizin içine sevda ile bakan bir “biz ’in sükûnu… ” Şimdi hepsi yok. Ama yokluk aynada değil, sende yankılanır. Çünkü boşluk, camda görünmez; kalpte duyulur.
Ey gönül, unutma:
Ayna bazen hakikati göstermez. Bazen susar. Bazen gizler. Bazen de sustukça konuşur. Onun dili sessizliktir. Sen ise o sessizlikte eksik kalırsın. Ayna, bir hafıza kuyusudur aslında. Her yıl aynı yüz baksın içine, her defasında başka bir hüzün, başka bir kırık yansır oradan. Çünkü yüz aynı kalsa da, içten geçen fırtınalar değişir.
Saç aynıdır, göz aynıdır belki… Ama sen artık o eski sen değilsindir. Çünkü hayatta “kayıp” diye bir şey vardır. Adı yoktur, şekli yoktur; ama izi derindir. O iz, yüzün çizgilerinde değil, bakışlarının derinliğinde taşınır. Suskunluğunla anlaşılır. Konuşmasan da gözlerin ifşa eder. Çünkü insan değiştiğini en çok aynada hisseder. Ve değişmek, çoğu zaman eksilmeyi kabul etmektir.
Bazı aynalar hiç kırılmaz. Kırılsalar da sadece camları parçalanır; asıl kırılan, içinde gizlenmiş hatıralardır. O yüzden bazı aynalara yalnız bakılmaz. Çünkü yalnız bakmak, kendinle yüzleşmek demektir. Ve insan, çoğu zaman en çok kendisinden kaçar.
Ama kaçış da bir yere kadardır. Gün gelir, aynanın karşısına geçersin ve kendi gözlerinde kaybolursun. O an anlarsın: Ayna sana yalnızca suretini değil, zamanda kaybolmuş kalbinin gölgesini gösteriyordur.
“Ayna yalan söylemez” derler. Ama yanılırlar. Çünkü ayna bazen hakikati eksik söyler. Cam, gördüğünü gösterir; gönül ise görmediğini bilir. Göz, kendini gördüğünü sanır; kalp ise hep başkasını arar.
Ve sen…
Aynanın karşısında belki bir damla gözyaşı bile dökemezsin. Ama içten içe çökersin. Konuşamazsın. Sadece susarsın. Çünkü o yansıma artık senin değil; içindeki senden geriye kalandır.
Ayna bir eşya değil, bir sır kapısıdır. İçinden geçemezsin; ama her bakışında içeriye çağrılırsın. Kimisi için ayna, güzelliğini onaylayan bir dosttur. Kimisi için, gençliğini kaybettikçe hatırlatan bir düşman. Ama asıl tehlike, aynanın seni sana eksik göstermesidir. Eksilen, yüzün değil; içindeki ses, kalbindeki yankıdır.
İnsan, zamanla anlar ki: Aynalar gerçeği değil, yarımı gösterir. Çünkü hayat dediğin şey de hep yarım kalır. Bir cümle eksik, bir veda eksik, bir bakış eksik… İşte aynadaki eksik yüz, tamamlanmamış bir hayatın işaretidir.
Ve bil ki ey gönül…
Aynaya bakarken gördüğün sen değilsin artık. O, senin geçmişinin suskun yansımasıdır. Camda duran yüz değil, kalbinde eksilenlerin hatırlatmasıdır.
Her bakışında kendine sor:
“Ben kimim?
Ve benden geriye ne kaldı?”
Çünkü insanın en büyük sınavı, aynaya sığmayan kendi yüzüyle barışabilmektir.
Sevgi, saygı ve dostlukla…
Çok güzel