Yine kafama takılan ufak tefek birçok soru ve meseleyle karşınızdayım. Geçen gün Marmaray’dayız. Günü, saati, durağı lazım değil. Hıncahınç da değil ama hatırı sayılır bir doluluk var. Oturanlar, ayakta duranlar, tutunmaya çalışanlar, telefon konuşanlar, telefon ekranına gömülenler filan. Her neyse… Bulunduğumuz vagona biri darbukacı, biri zurnacı iki çocuk bindi. Başladılar döktürmeye. Darbukanın dangırdaması ve zurnanın içli acıklı feryadı herkesi yerinden zıplattı. Keratalar güzel de çalıyordu, ne yalan söyleyeyim. Bir otuz kırk saniye çaldıktan sonra iki koltuk ötemde oturan ve telefonla konuşan bir kadın duruma müdahale etti. Montunun arasından güvenlik üniformasını işaret ederek, “Arkadaşlar yasak biliyorsunuz. Konuştuğumuzu duyamıyoruz. Yolcular rahatsız oluyor.” dedi. Çocuklar bir an mahcup olarak çalmayı kestiler. O esnada güvenliğin karşısında ayakta dikilen başka bir kadın lafa girdi. “Ben rahatsız olmuyorum. Çalın evladım.” Bir başkası bu tepkiyi bekliyormuşçasına yüksek bir sesle, “Ben sağlık çalışanıyım. Hiç de rahatsız olmuyorum. Şu sağlıksız bedenlerimize ruhlarımıza iyi geliyor.” diye çıkıştı. Bir başkası güvenliğe dönerek, “Hanımefendi siz de yarım saattir telefonla konuşuyorsunuz, biz size bir şey diyor muyuz?” diye ekledi. Güvenlikçi kadın, “Görevim icabı konuşuyorum.” diyebildi. Ama o sırada görevde değildi. Yine de görev bilinciyle, meslek etiğiyle hareket ettiğini düşünüyordu. Diğerleri ise güvenlikçi kadının sürekli telefon konuşmasına sinir olmuş, fırsat bu fırsat diyerek çalgıcı çocukların üzerinden kadına yükleniyordu. Öte yanda olaya müdahil olmak istemeyenler, “Aman şahit yazarlar.” diyerek diğer vagonlara doğru yanlamaya başladı. Dilencilik yasaktı evet. İtiraz eden de, çocukları savunan da, ekmek parası uğruna vagon vagon gezen çocuklar da, olaya karışmak istemeyerek görmezden gelenler ve hatta biz, yani o anda olayı izleyenler de haklıydık. Biz izliyorduk ve bir şey demiyorduk. Olayı anlamlandırmaya, taraf tutmamaya çalışıyor ve bir an önce varacağımız yere varıp bu tuhaf ve gergin ortamdan kurtulmak istiyorduk.
Burada aklıma şu herkesin sosyal medyada kullandığı “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” sözü geldi. Şimdi ben yukarıda anlattığım olayda galeyana gelip taraf tutmadığım, fikir beyan etmediğim, sadece izlediğim için dilsiz şeytan mıydım? Yoksa olayları önce anlamaya, sindirmeye, özümsemeye çalıştığım için sağduyulu mu? “Tarafsızlık da bir taraftır; güçlüden yana olmamak, zayıfı savunmakla mümkündür.” diye bir alıntı vardı. Doğru ama bağlamında düşünüldüğünde güvenlikçi kadın yasak olan bir konuda kendince duruma müdahale etmişti. Müzikten hoşlanan ve çalgıcı çocuklara merhamet duyan diğerleri ise olaya kendi açılarından yaklaşmıştı. Vagonda arkalara kaçanlarsa artık çekişmelerden bıkmış, usanmış, sadece varacakları yere varmak istiyorlardı. Sükut ikrardan mı gelir, yoksa suskunluğumuz asaletimizden midir? Sonuç olarak güvenlikçi kadın telefonu kapadı. Gariban çocuklar ilk durakta trenden indi. Vagonları yeni kalabalıklar doldurdu. Bir beş dakika önceki olaylar, konuşmalar, tartışmalar, sanki hiç yaşanmamış gibi sahne değişti. Geride kafamdaki soru işaretleri kaldı. 🙂
Sevgiyle kalın…