Uzun süredir sadece rüyalarında gidebildiği o şehre heyecanlı ve özlem dolu girişini yaptı. Bıraktığından çok farklı bir görüntü ile karşı karşıya kaldı. Elbette değişecekti ve gelişecekti, şehirler gelişir ve de değişirdi. Yıllar önce geçtiği sokaklardan geçip o dönemki duyguları yeniden yaşamak istedi. Özleneni beklediği köşe başına çevirdi gözlerini. Hep aynı köşede bekler, kavuşunca uzun uzun kokusunu içine çekerdi. O zamanlar sanki sihirli bir değnek değmişti kalbine, koskocaman aşk nasıl da sığmıştı o küçük zaman dilimine.
Bir ağacın altında o müthiş aşk kokusu içinde oturulmuştu. Ağacın yanına vardı, kabuğuna dokunurken duyguyu anımsamaya çalıştı, anımsayamadı. Her şey o zaman mı büyülüydü, o hisler o zamana mı aitti? Şimdi olgunlaşıp herkes gibi mi olmuştu, herkes kadar mı duygulanmalıydı? Önceki halini anımsayarak ağaçta gezdirdi ellerini, uzunca bir an öylece kaldı ve bir süre sonra dokunmayı bırakıp rüzgarın parmakları arasından geçmesine izin verdi ve onu okşamasına.
Şu anki hali ile buraya ait olmayışını kabullenmesi çok uzun sürmedi. Her şey değişirken o aynı kalamazdı esasında. Böyle hissetti diye suçlu muydu peki? Elbette hayır. Geçmişine yüzünü de dönmedi, dönmeyecekti, zihninde ve kalbinde bir yerlerde hep sahip çıkacaktı geçmişine, o zamana ait hislerine fakat ait olduğu zamanda kalmayı seçip geçmişin bir anı olarak kalmasına izin verdi.
İzin verdi vermesine ama en yoğun duyguları hissettiği o meşhur Yeşil Yol’a gitmekten alıkoyamadı kendini. İlk kez bir birey olduğunu hissettiği, kendini var ettiğini düşündüğü, bunaldığında ya da huzurlu hissettiğinde kendini orada bulduğu, kendi tabiriyle isimlendirdiği o ağaçlarla dolu “Yeşil Yol”a doğru yürüdü. Yine kütüphaneden çıkanlar bu yolda almıştı soluğu. Her şey değişse de bu aynı kalmıştı. Bazıları telaşla, bazıları neşeyle, bazıları hevesle, bazıları aklında binlerce soruyla yürüyordu bu yolu. Kendi zamanında onlardan biriydi. Ama şimdi onlara bakarken kendini biraz yaşlı hissetti.
Bu haline aldırış etmemeye çalışarak baharın kokusuna bıraktı kendini ve gözlerini kapattı. “Ben neredeyim, kimim, hangi zamana aitim?” soruları geçti zihninden. Şimdiki kadar gözünde yoktu yeşilin kıymeti o zamanlar ama duyularını yaşarken hissettiği yoğunluk da o zaman bir başkaydı. Akılcı yönü bu kadar gelişmemişti ama kalbinin bir başka attığı, gözlerinin bambaşka gördüğü bir gerçekti. Yoksa bir çift göz karşısında eriyip aşk kokusu ile bulutlara dokunamazdı. Şimdi nerede bulutlar, peki ya o aşk kokusu?
“O anki ben adına şu an dediğimiz geleceğe mi yolculuk yaptım yoksa? Geçmişe yolculuk yapmışsam bu duyguların azlığı, sadeliği de ne? O ben ise şu an yaşayan kişi de kim? Aynada gördüğüm empati meraklısı, makul görüşlü, olabilirci kişi bensem, hatırladığım o kişi bir başkası mı?” diye geçirdi içinden.
Düşünceler arasında köşe kapmaca oynarken ahenk içinde düşen bir yaprak burnuna dokunuverdi. Açtı gözlerini, yaprağın düştüğü ağaca bakakaldı. Ağacın ne kadar da büyüdüğünü fark etti. Ağaç bile büyümüştü; gövdesi kalınlaşmış, kuşlara yuva olmuş, hatta yaralar bile almıştı. Bunca yıl neler yaşamış, nasıl da olgunlaşmış, değişmişti. Her şey olması gereken zamanda, en olası halinde, coşkulu, parlak ve o zamana aitmiş demek, diyerek derin bir nefes verdi.
İçi rahatlamadı değil tabi. Beklediği hali başka, bulduğu ise bambaşkaydı. Durumdan memnun bir şekilde kısa bir vedayı hak etmediğini düşündüğü bu koca şehre kısa bir veda edip kendi zamanına gitmek, orada var olmak için yola koyuldu.
Kendi zamanına gidip sıkı sıkı sarıldı, sevip okşadı. “İşte,” dedi, “ben şimdi buradayım ve buraya aitim.” Zamanına şöyle bir bakıp her limesine heyecan ve de hayranlık duyarak içinde çalan müziğe eşlik etti.