Her zaman aynı olmuyor insan.
Yaz bitmeye doğru yol alırken güneş yavaş yavaş tepelerden eğilmeye ve gözleri kamaştırmaya başlıyor. Eylül sessiz adımlarla geliyor. Koca bir yaz geçti; üstelik bunca hararetine rağmen bir de yangınlarla ziyadeleşti, durmadan içimizi kavurdu. Az sonra yapraklar dallarını bir bir bırakıp yerlere düşmeye başlayacak. İşte tam da böyle gibiyim ben de; ağlamaklıyım bu günlerde!
İnsan her zaman aynı olmuyor. Her mevsim değişen hava şartları gibiyiz. Bazen durağan bir gökyüzü gibi, bazen coşkun yağmurlar gibi, bazen de dondurucu bir ayaz gibi…
İlkbaharın neşesi de güzel, sonbaharın hüznü de. Bazen düşünüyorum: Bir mevsim olsaydım, sonbahar olurdum herhalde. İçimde hep ilkbaharın gençliği ve heyecanı var aslında; fakat sonbaharın hasadını, sarısını, dinginliğini daha çok seviyorum. Tüm ürünlerin tatlanıp olgunlaşması, ambarlara doldurulması bana annemi hatırlatıyor. Güveni, sevgiyi, emeği… Kışın koynuna girmeden önceki telaşı…
Kış ise bambaşka. Ailenin bir araya geldiği vakitler… Okula giden, işe devam eden ama akşam olunca herkesin yeniden aynı sofrada buluştuğu zamanlar… Evde kuzinenin hiç sönmediği günler… Üzerinde fokurdayan çaydanlığın sesi, birliğin ve ümidin sıcaklığını fısıldardı adeta. Fırında pişen ekmek kokusu ise evin içini sarardı. O zamanlar bakkal ekmek almak çoğu kez unutulurdu, çünkü ambar unla doluydu. Barbunya, bulgur, yarma… Daha marketler yoktu.
Gece misafirlikleri olurdu, hem de hiç arayıp “Müsait misiniz?” demeden. Kapı çalar ve içeriye alınırdı hemen. İşte o vakit bakkaldan bisküvi ya da gofret alınırdı. Hele o gofret! Ah, ne de doyulmaz bir tattı.
Şimdi bu yaşlarda kendimi bütün bu hatıralarla avutuyorum. Ne yapayım, elimde değil! Eylül gibiyim ben de. Ağlamaklıyım bu günlerde. Ahhh Eylül, ah!
Eylül, şu dünyada her şeye bir “elveda” olduğunu fısıldıyor kulağına!
Çocukluğa elveda, gençliğe elveda…
Zamanın akışına elveda…
Ama sanmayın ki bu hâlimden şikâyetçiyim. Aksine, dolan gözlerim ve daralan kalbim rahmet istiyor. Çünkü gözyaşı öyle her şeye dökülmez. Nemlenen kalbim biraz daha yumuşuyor, hepsi bu.
Eylül üzerimden yazın yorgunluğunu silkelerken yine bir ders özeti sunuyor bana!
Her şeyin bir vakti var. Tıpkı yaprakların sararıp toprağa düşmesi gibi, insan da kimi zaman dökülür, kimi zaman yeniden yeşerir. Kimi zaman gülümser, kimi zaman ağlar. Ve bütün bunlar, insanın varlığını derinleştiren şeylerdir.
Bazen düşünüyorum, belki de insanın en güzel mevsimi, içinde hem baharı hem sonbaharı taşıdığı dönemdir. Ne hep tazelik ne de tam bir doygunluk! İkisinin arasındaki olgunluk!
İşte bu yüzden Eylül bana kendimi hatırlatıyor. Ne tamamen neşeyim, ne tamamen hüzün. Ne bütünüyle bahar, ne tamamen kış. Ama hepsinden bir parça taşıyan bir hâl… İşte tam da bu hâlde insan biraz daha kendine dönüyor.
Ve ben, bugünlerde içimdeki Eylül’ün çağrısına kulak veriyorum. Biliyorum ki bu çağrı beni ağlatmak için değil; kalbimi yumuşatmak için. Biliyorum ki bu gözyaşları bir kayıp değil; bir rahmet. Ve biliyorum ki her elveda, aslında bir merhabanın habercisi.
Çok gülmektense ağlamayı daha çok seviyor ruhum. Ruhum! O, burada dünyada misafir; bedenimse buradan, topraktan! Bilirsiniz, o yüzden güzel kokar toprak yağmur ile buluşmaktan!
والله اعلم بالصواب