Şu zaman diliminde, bazı kavramlar ve manevi yollar birçoğumuzun hayatından silindi neredeyse. Bunların başında manevi hayatı temsil eden tasavvuf, ilahi aşk, seyr ü sülük, marifet ve irfan gibi kavramlar. Oysa bu kavramlar, insanın hakiki manada nefsani arzu ve isteklerini hak çizgisine göre yaşaması için en önemli unsurlardır. Bu makalemde bu kavramları açıklamaya çalışacağım.
İnsanlık tarihi boyunca hakikat arayışı, varoluşun en temel sorularından biri olmuştur. “Ben kimim?”, “Bu âlem nedir?”, “Varlığın ardındaki gerçek mana neyi işaret eder?” gibi sorular insanı yalnızca akli bir sorgulamaya değil, aynı zamanda kalbi ve ruhi bir yolculuğa da sevk etmiştir. İslam düşüncesi içerisinde bu arayışın en derin ve kuşatıcı cevaplarını sunan alanlardan biri tasavvuftur. Tasavvuf, hakikate ulaşmayı kuru bir bilgi birikimiyle değil, aşk, tecrübe ve hâl yoluyla mümkün görür. Bu bağlamda aşk, tasavvufi düşüncede yalnızca bir duygu değil, insanı hakikate taşıyan asli bir kuvvet, ilahî bir çağrıdır.
Tasavvuf terminolojisinde hakikat, görünen âlemin ötesindeki ilahî gerçeği, yani Hakk’ın kendisini ve O’nun varlıkta tecelli eden sırlarını ifade eder. Tasavvuf, zahiri bilgiyi bütünüyle reddetmez, ancak onu yeterli görmez. Çünkü akıl sınırlı bir idrak aracıdır ve mutlak hakikati kavramakta yetersiz kalır.
Tasavvufta aşk, beșerî bir duygunun ötesinde, ilahî kaynağa yönelen derin bir çekimdir. Bu aşkın kaynağı kul değil, Hakk’ın kendisidir. Nitekim mutasavvıflara göre insanın Allah’a duyduğu aşk, aslında Allah’ın insana olan sevgisinin bir yansımasıdır. Kur’an-ı Kerim’de geçen “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” (Maide, 54) ayeti, bu karşılıklı muhabbetin ilahî temelini ortaya koyar.
Aşk, insanı benliğinden uzaklaştırır, nefsin sınırlarını aşmaya zorlar. Akıl hesap ederken aşk teslim olur. Akıl sorar, aşk yanar. Bu yanış, tasavvufta yok oluş ve ardından Hak ile var oluş sürecini doğurur. Mevlânâ’nın ifadesiyle: “Aklın yolu birdir, aşkın yolu bin.” Bu bin yol, insanın iç dünyasında açılan sayısız idrak kapısını temsil eder.
Tasavvufta hakikate ulaşma süreci seyr ü sülük olarak adlandırılır. Bu, kulun kendi nefsinden başlayarak Hakk’a doğru yaptığı içsel bir yolculuktur. Bu yolculukta aşk hem yol hem de rehberdir. Aşk olmadan yapılan bir seyr ü sülük, kuru bir disiplin olmaktan öteye geçemez.
Seyr ü sülük sürecinde kul önce nefsin mertebelerini aşmaya çalışır. Kibir, riya, haset ve benlik iddiası gibi perdeler hakikatin önündeki en büyük engellerdir. Aşk, bu perdeleri yakar. Âşık kendini değil, sevdiğini merkeze alır. Bu hâl kulda derin bir tevazu ve teslimiyet doğurur.
Tasavvufta hakikat bilgisi, marifet ve irfan kavramlarıyla ifade edilir. Marifet Allah’ı tanıma, irfan ise bu tanışıklığın insanın ahlakına, hâline ve yaşayışına yansımasıdır. Aşk, marifetin kapısını açar, irfanı ise kemale erdirir.
Âşık Hakk’ı yalnızca bilmez, O’nu hisseder, O’nunla yaşar. Bu yüzden tasavvufi hakikat anlayışı teorik değil, yaşanmış bir bilgidir. Hallâc-ı Mansur’un “Enel Hak” sözü, akıl düzleminde küfür gibi algılanmış, fakat tasavvufi bağlamda benliğin yok oluşunu ve hakikatle birleşme hâlini ifade etmiştir. Bu, aşkın insanı getirdiği uç noktayı gösterir.
Hakikatin tasavvuf yoluyla bulunması, insanın sadece zihni değil, ruhi ve ahlaki bir dönüşüm yaşamasını gerektirir. Bu dönüşümün merkezinde aşk vardır. Aşk, insanı benliğinden arındırır, kalbini ilahî olana açar ve hakikati bir bilgi değil, bir hâl olarak yaşatır.
Tasavvuf, hakikati uzak ve erişilmez bir kavram olmaktan çıkarır; onu insanın kendi iç dünyasında keşfedebileceği bir sır hâline getirir. Bu sırra ulaşmanın yolu ise aşktan geçer. Çünkü tasavvufa göre hakikat ancak sevene kendini açar. Akıl kapıyı çalar, ama içeri giren aşktır. Aşk ise insanı Hakk’a götüren en kısa ve en derin yoldur.
Maalesef bu zamanda ne aşk, ne hakikat, ne tasavvuf ne de seyr ü sülük kimsenin umurunda. Bırak nefsi terbiye, daha da nefsani zevk ve sarhoşluk hâlini insanlar aramaktadır.
Bir yol bilirim bin yoldan efdaldir,
Bir aşk bilirim bin aşktan efdaldir,
Ki hem haktır hem hakikattir,
Hem şandır hem şereftir,
Hem dünyada imandır hem âhirette namdır,
Onda yol alan herkes en üstün insandır,
Ondan kaçan yine de cahil insandır.
















