Artık hepimiz birer bildirimiz. Bir mesaj, bir emoji, bir hikâye cevabı kadarız. Ulaşmak bu kadar kolayken, temas etmek bu kadar zor olamazdı, değil mi? Ama öyle. Birbirimizin hayatındayız ama birbirimizin ruhunda değiliz. Dokunmuyoruz, sadece görüntülüyoruz. Görünürüz ama ulaşılmazız.
Modern çağın ilişkileri, ekran aydınlatmaları kadar yüzeysel. Derinlik yok, emek yok, sabır hiç yok. Konuşmalar “naber”, “iyi senden”, “yoğunum ya” gibi birkaç kelimeyle sınırlı. Cümleler tamamlanmıyor, hisler tanımlanmıyor. Ve en tuhafı, kimse bunu garipsemiyor. Çünkü normali bu oldu. Gerçek bağların yerini algoritmalar aldı.
İlişkiler artık tüketim malzemesi gibi sunuluyor. Hızlı başla, sıkılınca çık. Çözüm aramak yerine değiştirmeyi tercih ediyoruz. Bir şeyleri onarmak yerine, yerine yenisini koyuyoruz. “Uğraşamam” cümlesi, sevmenin bile önüne geçti. Halbuki gerçek bağlar, tam da “uğraşınca” kuruluyor. Ama kimse çabalamak istemiyor. Kalpler yorulmuş, beklentiler yorgun.
“Konuşmamız lazım” cümlesi artık tehdit gibi algılanıyor. Oysa konuşmak, duvarları yıkmanın anahtarıdır. Ama biz duvarlara konfor alanı diyoruz artık. Çünkü yüzleşmek, en az yalnız kalmak kadar korkutuyor. Bu yüzden de yüzlerce takipçimizin arasında yapayalnız hissediyoruz. En çok da “anlaşılamamak” yoruyor bizi. Ama anlatmaya da üşeniyoruz.
Duygusal kaçakçılık çağındayız. Hislerimizi saklıyor, maskelerle dolaşıyoruz. Zayıflık göstermekten korkuyoruz. “Umursamaz” görünmek marifet, “duygusal” olmak ayıp sayılıyor. Birbirimizi seviyoruz ama söyleyemiyoruz. Çünkü artık sevmenin bile karşılığı, bir mesajın görülüp görülmediğine bağlı. Ve görülmemek, en çok bağıran sessizliktir.
Eski ilişkilerdeki mektupları hatırlıyor musunuz? Beklemek bile bir sevgiydi. Şimdi saniyeler içinde iletiliyor ama hiçbiri kalbe değmiyor. Çünkü hız, derinliği yok ediyor. “Hemen olsun, hemen mutlu edilsin, hemen unutulsun” beklentisiyle yaşıyoruz. Ama gerçek bağlar, zamanla yoğrulur. Ne yazık ki zaman harcamaya tahammülümüz yok.
Yalnızlık, artık kimseyle konuşamamak değil; çok kişiyle konuşup kimseye güvenememek. Güvenin yerini kontrol aldı. “Ne yapıyorsun?” sorusu ilgiden çok, denetim cümlesi oldu. Sevgi, bazen bir konum paylaşımına; bazen mavi tike sıkışmış bir beklentiye dönüştü. Oysa sevgi, var olmak değil, anlaşılmak istemektir. Ve anlaşılmak için önce anlatılmak gerek.
Birbirimize bakıyoruz ama görmüyoruz. Duyuyoruz ama dinlemiyoruz. Yan yanayız ama temas etmiyoruz. Ve en kötüsü, buna alışıyoruz. Oysa alışmak, kaybetmenin sessiz biçimidir. İlişkilerdeki bu yabancılaşma, bireysel yalnızlıklarımızın toplumsal bir yansıması hâline geldi.
Kırılmaktan korktuğumuz için kimseyi yaklaştırmıyoruz. Ama o mesafe de bizi iyileştirmiyor. Çünkü mesafe bazen yara bandı değil, yarayı büyüten bir sessizliktir. Ve biz sessizlikte boğuluyoruz.