Sabahın erken saatlerinde bir telaş bir telaş… Efendim malum, bildiğiniz gibi mesleki sınavlar… Öğrenim hayatınız boyunca her dersten ayrı ayrı sınavlar yetmiyormuş gibi, ayrıca atanmak için sınavlar. Bir de dünya hayatının hiç bitmeyen sınavları… En kritik sınavların olduğu saatlerdesiniz. Düşünün! Bir zamanlar siz de bu sınavlarda öğrenciydiniz, şimdi görevlisiniz. Erkenden kalkmanız, sinir stresinizi bırakmanız gerekmektedir.
Öğrenci ve velilerin kaygı düzeyleri böyle günlerde tavan yapabilir! Sizi siz olmaktan bıktırabilirler, kendinizi kötü hissetmeniz için bilinçsizce belki her türlü ama her türlü saçmalığa maruz bırakılabilirsiniz. Sınav algısı; iyi veli, iyi yönetici, iyi salon başkanı, “mükemmelim” hissiyatı ile muhataplarını manipüle etmeye çalışan insanlarla karşılaşma ihtimaliniz, hayatî öneme sahip zamanlarda çok yüksek olabilir. (Akıl sağlığı için her zaman esnek olmak, her türlü katılıktan özellikle uzak durmak önemlidir.)
Böyle durumlarda olaylara dışarıdan bir gözle bakarak kabule geçmeyi deneyebilirsiniz. Unutmayın! Diğeri sizi bıktırana kadar zorlayabilir. Her şeye rağmen sabırlı olmayı başarmalısınız. Yoksa kibarlığınız, hanımefendiliğiniz ve bütün emekleriniz heba olabilir. Size uygulanan, hoşunuza gitmeyen davranış kalıplarını soğukkanlılığınızı koruyarak, hatta film seyreder gibi seyretmeyi tercih edebilirsiniz. (Onlar düşünsün.) Çünkü ikinci perde onların zihninde hazırdır: “Okumuş ama adam olamamış, baksana ayol daha bir metni okuyup düzgün anlatmayı bilmiyor.” Anlatırsınız, anlamak istemeyenlere anlatamazsınız. Manipüle etmek için zihinleri ayarlı. En sonunda sesinizi yükselttiğinizde “güzel güzel niçin anlatmıyorsunuz” derler. “Hay Allah’ım sen sabır ver bu kemter kuluna.”
Sınavlarda görev almış iseniz, sınav başladığı andan itibaren derin sessizlik karşısında uykunuz gelir, her yeriniz uyuşmuş gibi olur. Sanki bir kapana sıkışmış gibisinizdir. Ah özgürlük, ne büyük nimet! Sınav görevlerinde size mobbing uygulayan birilerine rastlamazsanız bir nebze her şey daha iyi olabilir. Sınav öncesi sohbet, muhabbet olmasa “bugünüm ziyan oldu eyvah” deseniz de, her sınav sonrası “bir daha asla” veryansını etmenize rağmen bir sonraki yıl yeniden görevli olarak kendinizi bu sıkıcı ortamda buluyor olabilirsiniz. Bulaşıcı mı ne?
Para deseniz para değil, statü deseniz o da değil. Peki sizi buraya getiren sebep ne? İşe yaramak olabilir mi? Sınavlarda, başta dediğimiz gibi genelde iki görevli olur: başkan ve onun yardımcısı. Eğer bu iki görevli uyumlu olmayı başarabilirse sorun olmaz bir derece. Yalnız, aşırı kuralcı, esnek olmayan bir kişiye denk gelirseniz yandınız. Zaten sıkıcı bir ortam, bir de gergin, esnek olmayı bilmeyen, manipülatif insanlarla aynı ortamda en az üç saati paylaşmak gerçekten çok zor olabilir.
“Sınav başlamıştır arkadaşlar.” dediğiniz anda, siz saati doldurmaya, sınava girenler ise en çok soru çözmeye odaklanır. Her insanın kendini bu dünya yaşamında var etme, gerçekleştirme hayali doğaldır. İnsanın her yaş döneminde, ayrı bir âleme yenilikçi bir çabası olur. Bu yeni durumu iyi yönetmesi gerekir. Bu sancılı dönemlerde, diğerinin sınırlarını ihlal etmemek tabii ki önemli. Kendi haklarımız bizim için ne kadar kutsalsa, diğerinin de haklarını değerli görmek insani görevimizdir.
Sınav devam ediyor, içimden dua okuyorum, olmuyor. Saatin dakikaları, saniyeleri durmuş, ilerlemiyor. Gözlerim saate mıh gibi çakılı. Biraz sınıfta sessizce yürüyorum, biraz oturuyorum, biraz sınıfın kapısından doğru içeriye bakıyorum. Zaman durmuş, asla bir gıdım ilerlemiyor. Öğrenciler için zaman yetmedi. Benim için saatler durmuş. Algı çok önemli. Allah’ım bitmiyordu, bitmiyordu. Ah bilseniz ne kadar sıkıcı bir durum.
Bir öyle, bir böyle… Nihayet sona yaklaşıyoruz. Oh çok şükür. Yavaş yavaş kağıtlar teslim ediliyor. Zamanla yarışıyoruz. Onlar daha fazla soru çözmek için, ben ise kağıtları teslim almak, bu sıkıcı ortamdan bir an önce gitmek için çabalıyorum. Ah canım benim! Ah, ne mecburiyetin var da buradasın? Az kalsın kalbin duracak. E, hiçbir iş kolay değil ki, bu da olsun. İnsanlarla sabahın köründe muhabbet ettin, dualar okudun. İnsanların işlerini kolaylaştırmak için çalıştın. E, biraz da para alacaksın. Hiçbir zararın yok aslında. Bu sıkılmak nereden çıktı?
“Sınav bitmiştir arkadaşlar.” Kağıtları teslim alırken “geçmiş olsun” demeye, içimizdeki karmaşaya, sıkılmışlığa rağmen, elinizden geldiğince nazik olmaya çalışmalısınız. Zihinsel gelgitler yaşadığınız halde dışa yansıyan davranışınız kibar, nazik, içten ve samimi olmalı. En son bırakılan intiba çok önemli…
Şimdi sıra evrakları teslim etmeye ve görev yaptığınız arkadaşlarla helalleşip vedalaşmaya gelmiş bulunuyor. Bu kısa anlarda, hayatınızın özetini anlattığınız insanlarla yolunuz kesişir, sınav zamanlarında, park ve hastanelerde… İki üç saatlik bir zaman diliminde, en yakınınıza bile anlatmadığınız şeyleri, kısa süreliğine tanıdığınız insanlara tereddütsüz anlatıverirsiniz. İlginç değil mi?
Görevinizi en iyi şekilde ifa etmenin rahatlığıyla kendinizi okuldan dışarıya zor atarsınız. Sınavdan çıkanlar, okulun dışında bekleyenlerin açtığı koridordan geçmek zorunda. Düşsel olarak, ünlü bir sanatçı edasıyla (içinizden geçen öyle bir hisle) o koridordan geçersiniz. Ve özgürleştiğinizi hissedersiniz. “Herkes bana mı bakıyor ne? Yok canım, herkes kendi evladını gözlüyor.” Üç saatlik cendereden sonra, en özgür olabileceğiniz yer: eviniz.
Bu arada telefona mesaj gelir. ÖSYM başkanı size teşekkür eder. “Sınavı başarı ile tamamladınız” mesajı. Gözünüz hiçbir şey görmez bu saatten sonra. Şimdi kendime dönme zamanı… Evdeyim. Ne büyük mutluluk bir bilseniz, evde olmak. Neredeyse evimin kapısına, eşyalarıma sarılasım geliyor. Dinlendim, kendime geldim. Şöyle demli bir çay iyi fikir. Abdest almak olabilir, bana çok büyük huzur verdiğini biliyorum.
Aklım sınavdaki detaylarda… Her şeyi yazma huyum var ya, kendime engel olamıyorum. Yaz babam yaz. Sabahın ilk saatlerinde, ilahiyatçı olduğumu duyanlar “Ne duası okuyalım hocam?” diye bana sorunca, ben de ani bir kararla “Rabbena Rabbenağfirli dualarını okuyabilirsiniz.” diye cevap veriyorum. “Bu duaları çok seviyorum.” Anneme babama afiyet ver, onları ve beni cehennem azabından koru. Onlara ve bana merhamet et.
Kişisel gelişimciler de her gün bas bas bağırıyorlar: ebeveynlerimizi affedelim, herkesle helalleşelim, geçmişi bırakalım, anda olalım. An, bu an… Hemen aklıma okuduğum bir kitaptan notlar geliyor. Hindistan’ın bir bölgesinde dini yönelimleriyle ilgili bir yazı… Rüzgar abdesti, ateş abdesti, bir de Müslümanların beş vakit suyla aldıkları abdest yazının konusu. Şimdilerde bizim ülkemizde, geliri yüksek gruplara yönelik, din turizmi adı altında farkındalık yaratmak için uygulamalı olarak geziler düzenleniyormuş buralara.
Bir kızımız araya girerek (sabahın zihnimdeki ilk tekrarlarından) demez mi, “Benim için dua eder misiniz hocam?” Yok daha neler! Seni tanımıyorum bile. Ama olsun, yine de dua edeceğim. Benim duam kabul olur mu bilmem ama söz veriyorum, hemencecik şu an burada… “Allah’ım yardım et bu kuluna. Senden yardım talep ediyor. Ne olur dualarını kabul ve makbul eyle… Oldu, oldu, oldu.”
Epeyce dinlendim. Kağıt peçetelere yazdığım her şeyi temize çektim. İçimden geçen: “Şu insanlara fazla yüz vermeyeceksin. Niye? Çünkü hadlerini, sınırlarını bilmiyorlar.” Hemen diğerinin hakkını ihlal ediyorlar. Zihnim durulsa da daldan dala atlamaya devam ediyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) insanlara nasıl değer verirdi diye düşündüm. İnsanlarla konuşurken onların yüzlerine bakarak konuşurmuş. İnsanların yanında otururken ayaklarını uzatmazmış. Yetim, öksüz, yoksul ve kimsesizleri sık sık ziyaret edermiş. Cahiliye toplumunda her türlü iyiliği, güzelliği bizzat kendi yaşamında örnek olarak yaşayarak, o toplumu davranışlarıyla eğitmiş biri… Konuştuğu gibi yaşayan, yaşadığı gibi konuşan bir insan… Hayatında çelişki barındırmıyor.
İşte öyle… Sen kırk tane fırıldak çevirdin. Ben mi? Yok ben… Zihnimden geçen hiçbir kötü düşüncemi asla kimseye uygulamadım. Sadece zihnimden geçirdim. Asıl suçlu kim? Gizli kötüler mi? Davranışlarıyla bir insanın ömür boyu hayatını entrikalarla karartan mı, yoksa alenen suç işleyip hapse girenler mi? Kim kötü? Karar vermek zor. “Sen hiç uslanmayacaksın, yeni bir soru bıraktın bu yaşama. Haydi cevabını bul da göreyim.”
Birçok cevabı elbette var ama cevaplamak istemiyorum. Çünkü eğlenceli bir yazı yazmak istiyorum. Bunlar derin konular… Felsefe olursa hiç işin içinden çıkamam. Kendim için bazı pratik teknikler buluyorum. Hayata yeni bir bakış açısıyla bakmak istiyorum. Tepkilerimi ölçüyorum. Sonuçlarına göre, eski işime yaramayan şeyleri yenileriyle değiştirmek istiyorum.
Eski ben değilim. O eski ben neydim öyle! Afralar, tafralar, öfke nöbetleri, vahşi biriydim. Şimdi öyle miyim? Pamuk gibi oldum vallahi. Ben beni biliyorum. Peçeteler yalan söylemez. Onların yalancısıyım…