İnsan, tarih boyunca sadece var olmakla kalmamış, aynı zamanda neden var olduğunu da sorgulamıştır.
Çağdaş psikolojide “kişilik yıkımı olumsuzdur.” Psikolojik olarak hiçlik duygusu, bireyin kendini amaçsız, boş ve bağlantısız hissettiği bir ruh halidir. Hiçlik duygusu, insanın yaşamını anlamlandırma çabası içinde zaman zaman karşılaştığı derin bir varoluşsal boşluktur. Bu duygu, bireyin yalnızca ruhsal değil, aynı zamanda düşünsel düzeyde yaşadığı bir kırılmadır. Özellikle bireyselcilik, hızla değişen toplumsal yapılar ve teknolojik yabancılaşma çağında daha belirgin hale gelmektedir. Kimlik karmaşası, dijital yabancılaşma, varoluşsal boşluk, sosyal ilişkilerde kopukluk, umutsuzluk ve depresif düşünceler ve içsel motivasyon kaybı başlıca etkileridir.
İnsanların değer vermemesi ya da verdikleri değeri göstermemesi durumunda kişinin yaşadığı ruh halidir. Bu nedenle insanlara karşı yaklaşımlarda bulunurken, kınamak yerine empati duygusunun yoğunluğunu yaşayarak en önemlisi de yaşatmaya çalışarak hareket etmemiz gerekir. Diğer açıdan, sosyal medyada sürekli “var olma” çabası, gerçek benliği gölgeler. Bu durum, bireyin kendine karşı yabancılaşmasını ve içsel boşluğunu artırabilir. Hiçlik duygusu “olumsuz bir özgürlüktür.” Bazen boşluk hissi, bazen de çaresizlik…
“Kültürel içerik kişiye miras kalır.” Çocukluk evresinde güzel, sağlıklı bir çocukluk dönemine sahip bir bireyi kolay kolay kimse yıkamaz ve hiçlik duygusunun olumsuz etkileşimlerini yaşayamaz. Aile yapısı sağlam olan kişiler bir ağaç misalidir. Kökleri anneden ve babadan sağlamsa, çetin rüzgarlara karşı dimdik ayakta durur. Meyvesi de güzeldir, gölgesi de, yaprağı da…
Bunun aksini yaşayan bir birey ise bir ağacın yaprağı gibi savrulmaya alışıktır. Çünkü ona kendini değersiz hissettiren ailesi ilk temeli atmıştır. Ne kadar güçlü bir bedene sahip olursa olsun kırılmaya mahkumdur. Umutsuzluk, yalnızlık, kaygı, içe kapanma, ilgisizlik, üretkenlikte azalma ve motivasyon kaybı. Fakat önemli olan, hiçlik karşısında savrulmak yerine, onun içindeki anlam potansiyelini fark edebilmektir.
Mevlana hazretlerine göre ise hiçlik “Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.”
Makam, zenginlik ve şöhret geçicidir. Önemli olan bunlara sahipken değerini ve her şeyin fani olduğunu bilmektir. Bu felsefe ile yol alınca hakikati görmüş oluruz. Bizi değersiz hissettiren, hiçlik duygusunu yaşatan kim olursa olsun, bunu düşününce içsel huzur verir ve derin anlayışın temsilcisi hükmünde yer alır. İnsanın egosunu aşarak evrensel bir birliği, hoşgörüyü semboller. Anlayış, empati, kırmamak için mücadele etmek maalesef ahir zamanda çok güç oldu. İnsanlar hakikati unutarak dünyanın geçici heveslerine bağlandı.
Yunus Emre’nin “Bir ben var bende, benden içeri” sözü de çoğunlukla mistik bir içe dönüş çağrısı olarak okunur. Oysa burada, daha derin bir ayrım söz konusudur: Benlik ile kendilik arasındaki fark. Benlik, bireyin kendisiyle ilgili psikolojik bir algıdır. Kendilik ise bireyin daha içsel ve daha duygusal sezgilerini içerir. Kendini boş, amaçsız, malayani işlerle meşgul olma durumunda içsel boşluğa düşerek benliğini zedelemiş olur. Ne zaman ki hakikati görüp bu hiçlik duygusunu sorgulayarak, izale ederse daha derin kişisel ve manevi yollarla elde eder. Bu nedenle hiç olduğumuzu hatırlamamız gerekiyor. Kişi kendini başkalarının hayatında önemli hissettikçe hiçlik duygusu azalır. Kimileri şu fani dünyada bizlere bunu egolarıyla ihtar etmiş olsalar bile makam ve mekanın gerçek sahibini düşünürsek hiçlik duygusunu yaşamamız normalleşir. Çünkü hakikat sahibine bu hissiyatı, hiçlik duygumuzla yansıtırız.