Televizyon ışıkları yüzümüze, duvar, kitap, pencerelerimize vurmaya başladığında uyanmaya başladık, uyutulmuş sabahlara. Işığının değdiği her şeyi değiştirme, istediği hale dönüştürme özelliği vardı. Büyü denir mi buna, belki de sihir; ya da yeni bir dünya ve o dünyayı aydınlatan, ona ait ışık.
Nasıl bir hikmetti ki bu yeni dünyanın omuzlarımıza bıraktığı ağırlıktan kurtulmak için medet umduğumuz yine o dünyanın ışığıydı. İki reklam arasında bir koşu kahramanlıklar yapıp, mazluma yardım edip, haklıdan yana durup, tam istediğimiz paraya, fiziğe, sevgiliye sahip olduktan sonra günün sonunda içi boşaltılan bedene geri dönmek zorunda kalmak. Bu mecburi dönüşten ne terk edilen memnun ne de terk ettiğine dönmek zorunda kalan. Aslında iki tarafta haklı; siz hiç bedenine dar geldiği için kabuğunu çıkartan ıstakozun, geri dönüp aynı kabuğa girmeye çalıştığını gördünüz mü? Şahsen benim öyle bir gözlemim yok hayvanlar dünyasında…
Her akşam aynı kısır döngüyü bilinçaltı, dertlerin çözümünü kendinden kaçmak olarak kodluyor olabilir mi? Eğer öyleyse çok da haksız değil. İki reklam arasına sıkıştırmalı mıydık ruhumuzu, yoksa zamanın şifacı 5 parmağıyla okşamalı, yaralarını sarmalı mıydık?
Küçükken seyrettiğim yabancı dizide çocuklar karşısındakini farklı gösteren aynalar bulunan bir sirke gitmişlerdi. Bazı aynalar olduğundan küçük, bazıları su dalgası şeklinde gösteriyordu çocukları. Ama beni en çok şaşırtan karşısındaki görüntüyü olduğundan büyük gösteren aynaydı. Çok sonra anladım şaşkınlığımın nedenini. Karşımda içindekini olduğundan büyük gösteren, iki ayna varmış meğer. İki hileli ayna iç içe; biri filmdeki, diğeri oturma odamızdaki.
Hileli, aynı zamanda da uyanık; akşam sofrasını alelacele kaldırıp, şükür bugünün sorumluluk faslı da bitti derken o ruhumuz için iki kahkaha arası tebliğ atıştırmaları, iki gözyaşı arası tembih abur cuburları hazırlıyor. Biz bedenimizin sofrasını kaldırırken o ruhumuz için mükellef(!) sofralar kuruyor, vesselam.
Cep telefonuyla başladığımız günü, televizyonla bitiriyoruz; modern dünya devam etsin diye dişlileri arasında ezilen biz miyiz sadece; gerçekler, değerler, farkındalıklar, kültür, zaman … geriye kalan…