“Sizi ondan (topraktan) yarattık, yine ona döndüreceğiz ve sonra oradan bir defa daha çıkaracağız” (Taha Suresi/55)
Sonsuzluğun içinde; zerre içinde zerre olan, tüm duygularıyla hayata tutunma gayesini ayaklarına prangalar dahi vurulsa dipdiri tutan, hayata sımsıkı sarılan insanoğlunun ait olma çabası on yıllardır süregelen katıksız bir macera. Ana rahmine düştükten sonra başlar hikayesi. Nasıl bir dünyanın içine doğacağını bilmeden… Bu temelde bir var olma hikayesidir aslında. Ait olma çabası ile bütüncül bir yaklaşım içindedir. Nereye, neye, kime, ne için ait olduğunu sorgular hep insan. Ait olduğu yahut olmaya çalıştığı yerde mutluluğu arar kendi içinde. Onun için bu bir var olma çabasından ibarettir. Yüce Allah onu topraktan yaratmıştır dedik ya hani. Toprağın bir tohumu beslediği ve büyüttüğü gibi büyür insan ait olduğu yerde. Önce filizlenir, sonra çiçek açar ama her çiçek her toprakta yetişmez. Her toprağa ayak uyduramaz tohum. Ya meyve vermez ya çiçek açmaz. Ait olduğu yeri benimser, olmadığı yeri değil. İnsan da böyledir işte. Ait olduğu toprağın çiçeğidir. Yeri gelir köklenir bir ağaç misali, yeri gelir filizlenip çiçek açar, meyve verir… Yeryüzünün en kıymetlisi insanoğlu bulunca kendi toprağını dünya içinde kocaman bir dünya olur. Yeter ki ait olduğu torağı bulsun. Bulsun ki üstünde çiçeklenmesi kolay olsun… Bahar içinde bahar olur, çiçek içinde çiçek, hayat içinde hayat…
Toprağa düşen cemrelerle kavuşur baharlara mevsimler, insan da insan ile… Her mevsimin bir hikayesi vardır. Kimi soğuğu sevdirir, kimi sıcağı. Her mevsimin topraktan aldığı bir meyvesi. Her mevsimin kendine ait bir sürüsü vardır. Leylekler sıcak ülkelere göç eder, örneğin. Her insanın da kendine ait bir hikayesi…
Bir olmak, bütün olmak ve bir olmayı istemek ile başlar hikaye. Ait olabilmektir tek mesele. Ait olduğu toprağı bulduğunda çiçeklenir, meyve verir, hayat olur, nefes olur, mevsim olur insan. Nihayetinde dönüşü yine geldiği yere olur. Topraktan geldik ve toprağa geri döneceğiz. Üstünde geçirdiğimiz vakit, altında geçireceğimiz vakitten çok daha kısa. Hayatı gerçek manası ile yaşıyor olabilmekle, yaşıyor sanmak yahut yaşıyor varsaymak arasında çok büyük bir fark var. Rasyonel olarak ruh da beden ile bir bütündür; ruh beslenmez ise beden kaosun içinde olur. Kaos dengeyi bozar. Bütün denge, beden ile ruhun bir olduğunu anlayıp an’ın içinde aidiyetimize kavuşmak. Yani kendi toprağımızın içinde yemyeşil bir filiz olmak…