Bir nefesle başlayan, bir sırrı taşıyan, bir hayale bürünen varlık:
İnsan… Hem toprak kadar ağır, hem de rüya kadar hafif.
Kendi içinde binlerce çelişkiyle yaşar ama yine de en büyük tutkusudur “anlam”.
İnsan, bazen kendini bir gülümsemeye sığdırır, bazen bir gözyaşının kenarında bulur. Bir bakışta sakladığı kırgınlıkları, bir kelimede taşıdığı bin yıllık özlemleri vardır. İçinde bitmeyen sorular büyütür:
“Kimim ben?”
“Niçin geldim?”
“Nereye gidiyorum?”
Ve bazen bu soruları öylesine sessizce sorar ki, kendisi bile duymaz.
Ama o sorular hep içeridedir, kımıldar ve bazen sessizce ağlar içinde. Çünkü insan, cevabını bulamadığı şeyleri de sevebilir; bilmediği şeyler için de umut edebilir.
İnsan yalnızdır aslında. Kalabalıkların içinde bile kendiyle baş başadır. En derin korkularını, en temiz dualarını yalnız yaşar. Ama ne zaman bir başka kalpte kendi yankısını duyar, işte o zaman gerçek bir temas başlar. Birlikte var olur, birlikte büyür. Çünkü insan, yalnızken eksik ama bir aradayken tamamdır.
Ve insan…
Hem en büyük iyiliğe hem en büyük hataya açık bir kapıdır. Her gün yeni bir “ben” doğar içinde. Her sabah, içindeki çocuğun elinden tutarsa, o gün umutla geçer. Eğer ellerini bırakırsa, gölgeler uzun olur.
İnsanın özü unuttuğudur. Ama hatırlamak için yaratılmıştır: Sevgiyi, merhameti, kendini…
Sonunda insan, bir yolcudur. Bazen ağlayarak, bazen gülerek, bazen susarak yürür. Ama her adımı bir iz bırakır. Çünkü insan, yürüyen bir duadır aslında.
Bir arayış… bir bekleyiş… Ve belki en çok: Kendi olabilme çabasıdır.