Sabahın ilk ışıkları penceresine vuruyordu. Gün doğmuştu çoktan. Yine yatağına gömülmüş, çarşafına desen olmuştu. Gönlünün incindiği demler, hayallerinin dağıldığı durumlar, inançlarına sahip çıkamadığı zamanlar çökerdi böyle.
Her gün yemeğe kafeye gelen kibar bir genç vardı. Turuncu bir renk bulutu gibiydi; saçı, kaşı, kirpiği, bıyığı, sakalı, çil lekesi hep turuncuydu. Bazen gözleri de turuncu görünüyordu. Elinde kalınca kitabı, hızla ilerleyen ayraçı, sessizce yemeğini yiyip gidiyordu.
Sokağın başında küçük, sevimli bir çay ocağının sahibiydi. Civarda KAHVECİ diye bilinirdi. Çok büyük bir kahve alım-satım işinin sahibiymiş zamanında. Olmamış, batmış, sıkışmış Balat’a.
Öğlene iki saat kala komşu kızı geldi yan dükkândan. Gözlerini kocaman açarak, “Ahmet Vefa ölmüş.” dedi. Nasıl mı? Sabaha karşı evinde lavabonun önünde. Anne babası düğün hazırlıkları için memleketlerindeymiş. İşyerindeki çalışanı aramış, bulamayınca eve bakmış. Gece üç civarında öldüğü tespit edilmiş.
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. “Biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz.” (Bakara 156)
Hevesleri geride bıraktıkça eskir gönül. Yorulur beden ve yaşlanır insan. Onu ayağa kaldıran, kalbinin pusulası olan hevesleridir. Canlı tutan, coşturan, yedirip içirip çalıştıran… Heveslerini görüp kabul eden, besleyip büyütüp özenenler içlerindeki çocuğun coşkusuyla hayat sürerler.
Altmış beşinde Batum’a seyahat hazırlığı yapan, sahnede koskoca diyaloğu hiç takılmadan okuyan, bakan yüzlere gülücük, gören gözlere tebessüm hediye ederek ömür sürerler.
Neşe veya hüzün, alt beynimizin önümüze getirdiği, ısıtıp ısıtıp bize giydirdiği yaşanmışlıklara verdiğimiz anlamın sonucudur. Kendine güvenip anı yaşamayı bilenlere kimsenin etki edemediği gibi alt beyni de çok fazla etki edemez. Zaman içinde kaybolup giderken nefeslerimiz, bazı insanlar daha hızlı tüketmemize yardımcı olacak eylemler planlıyorlar.
Hiç anlamadan koca ömrü duman etmenin planlarını yapıyorlar. Her gün yeni heveslerle uyanırken, ajandadan iş takibini yaparken birden bire kendini içi boş poşet gibi buruş buruş buluyor insan.
Özellikler detaylarda gizlidir. Birini hassas yapan o ince detaylardır. Eşyayı birbirinden ayıran, rengi, dokusu, ağırlığı, kokusudur. İnsanı maddi nesnelerden ayıran detaylar sadece dışında değil; huy, davranış, tavır ve hâlindedir. Olaylara verdiği tepki, yaşadıklarından aldığı etki, geleceğe uzanan düşleri, geçmişi hatırlayan belleği onun kendiliğini sağlar. Aynı ailenin, aynı anne babanın, aynı ev ortamının içinde ne kadar da birbirinden farklı kişiler, kişilikler barınır. O başka dokunun sınırlarını çizer varlıklarımız. O farklılıkları muhafaza etmek güzelleştirir dünyalarımızı.
Ta ki insan farklılıklara düşman olup aynılaştırmaya çalışmaya başladığında… Bütün desen, bütün tablo arızalar vermeye başladı. Bütünün dengesini sağlayan farklılıklar, detaydaki aykırı renkler, ince ve ters geçişler aynılaştırma gayretinde ufalandı.
Kendi olmayı bırakalı beri insan, hızla insan olmayı da bıraktı. Merhameti, sevgisi, hoşgörüsü, anlayış ve kabullenişi yok oldu. Sazlıkta hızla büyüyen sazlar gibi egosuyla fırlayan, başka hiçbir şeyi olmayan karanlık bir güruh oluştu.
Yazılımı yeniden yüklenen NPC karakterler gibi; hissetmeyen, yenilenmeyen, tat almayan ve tat vermeyen basit nesnelere dönüştü tümüyle genç ırk.
Artık epik ve etnik değerler sıfır. Dinsel ritüeller ve ölçüler sıfır. Ahlaki öğreti ve çizgiler sıfır. Fiziki incelikler ve cinsiyet özellikleri sıfır. Geriye sadece dolaşan zombiler kaldı.
Ruhun açık pencerelerinden girer bilgi. Verdiği tepkiyle yerini bulup yerleşir. Tüm pencerelerine duvar ördüler ruhlarımızın. Habersiz ve istemsizce salınan tüm alt beyin mesajlarıyla bireysel özgün tepkileri geçin, basit ve içgüdüsel insani tepkileri bile devredışı bıraktırdılar.
Eskiden duygusal filmlerde ağlayan insan, şimdi çok vahşi, çıplak gerçeklere bile bakıp geçiyor. Herkesin gözü önünde yapılan mezalimi “Canımız sıkılıyor, kapatın şunları.” insafsızlığında itebiliyor.
Nereye gidiyor hâlimiz? Nerede bitecek sonumuz? Nasıl korunacağız, nasıl koruyacağız? Küllenip yiten değerleri yeniden nasıl oluşturacağız?
Uyanası gelmiyor insanın artık. Çocuklara nasihat, büyüklere hürmet, hayvanlara merhamet edemez oluyor insan. İçten içe işe yaramadığını görüp kendiyle baş başa kalmayı seçiyor çaresiz. Elimize hizmet ve hayatı kolaylaştırmak için tutuşturulan teknolojik oyuncaklar, hayatlarımızı çalıp yönetiyorlar.
“Gördüm bak, bu böyle.” dediğin herkes aslında görüyor ve farkında. Ya bireysel bir son güçle kaçıyor uzaklara, kırsala, teknolojisiz internetsiz bir yaşama; yahut da susup bırakıyor kendini başıboş güruhun taşkın seline.
Yapılacaklara inancını yitirdikçe insan, elini ayağını da kırıp oturuyor sessizce.
Rabbim nefeslerimizi O’nun rızasınca harcayıp iyilerden olmayı nasip eylesin. Bu zor dünyanın isinden, çamurundan muhafaza eylesin hepimizi…
















