Leyla, doğduğu andan itibaren dünyaya tam olarak ait hissedememişti. Kalabalıkların içinde yalnız, durgun ve sessizdi. Ailesiyle arasındaki mesafe, çocukluğundan beri kimsenin onu tam olarak anlayamaması, iç dünyasında derin bir boşluk bırakmıştı. Aidiyet duygusu onun için hep bir arayıştı. Ne okulda ne işte ne de ilişkilerde bulabildiği bir yer vardı. Her şey geçici, her bağ kırılgandı. Dost bildikleri azdı ama sadıktı. Yine de Leyla’nın kalbi hep daha derin bir anlamın peşindeydi.
Yıllarca farklı işlerde çalıştı, başarıyı aradı. Ama ne bir unvan ne de bir maaş onu tatmin etti. İlişkilerde de aynı döngü: anlaşılmamak, haksızlık, yalnızlık… Zamanla hayattan elini eteğini çekti. Sessizliğe sığındı. Kalabalıklardan uzak, kendi hâlinde yaşamaya başladı.
Ama bir gece içinden bir yangın yükseldi. Ciğerine düşen ateş onu uykusuz bıraktı. Günlerce ağladı, yalvardı. Allah’a yöneldi:
“Yarabbi, beni Sen’den başka kimse anlamıyor,” dedi.
Kalbindeki geçmişin kavgalarıyla boğuştu. Nefsiyle, şeytanın vesvesesiyle büyük bir sınav verdi. Bu hâl aylarca sürdü. Her gece gözyaşı, her sabah bir dua… Ve nihayet bir gece teslim oldu. Kalbini Allah’a bıraktı. O an içindeki fırtına durdu. Leyla artık eski Leyla değildi. Dünya onun için bir perdeydi artık. Maddeye dair hiçbir bağımlılığı kalmamıştı. Kalbinde yalnızca Allah sevgisi vardı. Tevekkül etmeyi, tefekkürle bakmayı öğrendi. Teslimiyetin lezzetini tattı.
Kur’an’da Rabbimiz şöyle buyurur:
“Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır. Olur ki sevdiğiniz bir şey sizin için şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 2:216)
Leyla artık bu ayetin sırrını yaşamıştı. Her yaşanılan sebepsiz değildi. Her gözyaşı bir rahmetin habercisiydi. Her yalnızlık Allah’a yakınlaşmanın bir vesilesiydi. Tasavvuf ehlinin dediği gibi: “Kalp, Allah’tan başkasına meylettiğinde perdelenir. Ama kalp yalnızca O’na yöneldiğinde hakikat görünür.”
Ve bir gün kalbinin sesi ona yeni bir davet getirdi: Namaz.
Eskiden namazı hiç kılmazdı. Ona uzak, ona yabancıydı. Ama kalbi artık Allah’a ait olduğu için içinden bir çağrı yükseldi: “Gel, huzura gel.” Namaz, Leyla için bir görev değil, kalbinin sesiyle gelen bir davet oldu. Her secde bir vuslat, her kıyam bir teslimiyet… “Beni her huzuruna kabul ettiği vakit için Elhamdülillah,” diyordu. Çünkü O’nun sevgisi öyle bir huzur veriyordu ki bu dünya nimetlerinin hiçbiri o güveni ve sükûnu sunamazdı.
“Namaz, müminin miracıdır.” (Hadis-i Şerif / Süyûtî, Şerhu İbn-i Mâce, I, 313)
“Gerçekten namaz, insanı kötülükten ve çirkin işlerden alıkoyar.” (Ankebut 29:45)
Leyla artık biliyordu: Namaz sadece bir ibadet değil, Allah’ın “Gel” deyişiydi. Ve o her seferinde koşarak gidiyordu. Çünkü kalbi artık O’na aitti. Dünya onun için bir sınavdı ama kalbi sonsuzluğa açılan bir kapıydı.
Bu hikâye, sessizliğin çağrısını duyanlara gelsin. Belki bir Leyla da senin içinde vardır. Belki sen de bir gece gözyaşlarıyla teslim olacaksın. Ve o zaman anlayacaksın: Hiçbir şey sebepsiz değildir. Her şey O’na dönüş içindir.
“Hasbunallahu ve ni‘me’l-vekil.”
Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.
Sevgi ve huzurla…


















