Suna hastanenin bahçesinde bir ağacın altında hemşireyle birlikte oturuyordu. Hemşire Suna’yı konuşturmaya çalışmak yerine hiç susmadan kendini anlatıyordu.
“Benim oğlanın biri üniversiteyi bitiriyor bu sene. Diğeri de seneye sınava girecek. Bu çocukların derdi hiç bitmiyor Suna’cığım. Oğlun olsa bilirdin. Sahi senin oğlun var mı?” Suna ses çıkarmadı. Biliyordu ki hemşire cevabını umursamıyordu. “Oğlan çocuğu çok zor. Büyüğün sigarasına para yetiştiremiyorum inan ki. Emekli olup rahat edecektim güya. Masrafları hiç bitmiyor.” Suna uzaklara daldı. Hemşire aile hayatını, eşini, çocuğunu anlattıkça o bambaşka şeyler geçiriyordu aklından. Birden,
“Eşin seni sever mi?” diye sordu. Hemşire laf kalabalığını bırakıp
“Sever tabii,” dedi. “Niye sevmesin? Biz birbirimizi severek evlendik. Tam yirmi altı yıl oldu. Dile kolay.” Hemşire Suna’nın ilk defa soru sorduğunu fark edince fırsatı kaçırmak istemedi.
“Sen kaç yıldır evlisin?” Suna iç çekti.
“Yedi.” Hemşire dudaklarını ısırıp bu kızı nasıl konuşturacağının planını yapmaya başladı.
“Siz de mi severek evlendiniz?” Suna boyun büküp geçmişe daldı.
“Öyle sandım. Beni sevdiğini sandım.” Hemşirenin tepesi attı.
“Dövdü seni değil mi? Kafana sopayla vurup denize attı.” Suna’nın yüreği ağzına geldi. Hemşire ayağa kalkıp Suna’yı omuzlarından tuttu.
“Anlat hadi korkma! Biz seni koruruz. Kocan denen o adamın seni öldürmesine izin vermeyiz.” Suna ellerini yüzüyle kapatıp ağlamaya başlayınca hemşire yaptığı gafı fark edip elini ağzına götürdü, ama iş işten geçmişti. Suna haftalar sonra içini dökecekti belki, ama hemşirenin aceleciliği yüzünden yeniden suskunlaştı. Suna’yı odasına hızla çıkaran hemşire kendine saydırıyordu. Asıl korkusu Furkan Bey’e ne cevap vereceğiydi.
***
Suna psikiyatri servisinde Furkan Bey’in gözetimindeydi. Hakkındaki gerçeği öğrenemedikleri için başhekim onu farklı bir servise yatırılmasını uygun görmüştü. Suna uyandığında Furkan Bey ona merakla bakıyordu.
“Daha iyi misin?” Suna başını sallarken kirpiklerinin ucundan yaşlar düştü yine. Furkan Bey sakince,
“Anlatmak zorunda değilsin tabii, ama buradan eninde sonunda çıkacaksın ve korktuğun şey her neyse onunla yüzleşmek zorunda kalacaksın. İzin ver sana yardım edelim,” deyince Suna elleriyle yanaklarını sildi.
“Taburcu olmak istiyorum.” Psikiyatrist gözlüğünü düzeltti.
“Nereye gideceksin?” Suna tereddütsüz yanıtlayıp yatağa oturdu.
“Annemlere.” Psikiyatrist çok şaşırdı.
“Hatırlıyor musun?” Suna başını sallayıp sustu. Furkan Bey daha fazlasını öğrenmek istiyordu. “Nerede yaşıyorlar? Onlara haber verelim, gelip seni alsınlar.” Suna nemli gözlerini kendi için çabalayan doktora çevirdi.
“Telefon edebilir miyim?”
Yaklaşık iki saat sonra orta yaşlı bir çift Furkan Bey’in odasındaydı. Psikiyatristin gözlemlerine göre niçin burada olduklarını bilmiyorlardı. Suna annesinin kalbi, babasının tansiyonu olduğunu bildiğinden iyi olduğunu yakın bir akrabasına bildirmiş, onlara gereken açıklamayı yapmak için Furkan Bey’den ricacı olmuştu. Furkan Bey ise gizemli kadın hakkında daha çok bilgi edinmek için Suna’yı kırmamıştı. Şimdi karşısında elleri birbirine kenetli karı-kocayı görünce en yumuşak girişi yapmak için bir süre düşündü.
“Hoş geldiniz. Kusura bakmayın. Sizi telaşlandırdık.” Suna’nın babası bir kasket takıyordu. Hemen kasketi başından indirdi.
“Doktor Bey, bizi niye çağırdınız? Yeğenim de bir şey anlatmadı. Biz ikimiz de hastayız ama hiç delirmedik. Kızımız öldüğü için çok üzüldük, ama…” Sözünü bitiremeden hıçkırıklara boğulan adama karısı da eşlik etti. Furkan Bey işinin ne kadar zor olduğunu görüyordu.
“Kızınız nasıl öldü?” Adam cebinden çıkardığı bir mendille yüzünü gözünü sildi.
“Denizde boğuldu.” Karısı elini kalbine götürdü.
“Boğuldu, ama ölüsü bulunmadı bir türlü. İçim kızın ölmedi yaşıyor, diyor, ama kimse bana inanmıyor Doktor Bey. Yüzme de bilmem ki girsem Şile’nin dalgalı sularına, arayıp bulsam kızımı. Zaten kimse de peşine düşmedi evladımın. Bugün tam yirmi gün oldu. Torunumun da yüzünü göstermiyor meymenetsiz dünürler.” Kocası susturdu karısını.
“Acısından böyle konuşuyor. Dünürlerimiz iyi insanlar.”
“Ya damadınız?” Kadın dudak büktü.
“İyidir, hastır, ama anasının babasının ağzına bakar. Babası…”
“Yahu hanım! Sen de ne dertliymişsin? Evladımız göçüp gitmiş. Sen damadı çekiştiriyorsun.” Kadın kocasına omuz vurdu.
“Kızım ölmedi. Yüreğim yalan mı söylüyor?” Adam pöfledi.
“Görüyorsunuz ya Doktor Bey. Yirmi gündür ben Fatiha okuyorum, hanım kızımız kolay bulunsun diye İnşirah okuyor. Ne yapacağımızı şaşırdık.” Doktor güldü.
“Galiba teyzenin okuduğu İnşirahlar boşa gitmedi amca.” Adam ayağa kalktı.
“Ne diyorsunuz Doktor Bey?” Doktor yanlarına geldi.
“Teyzenin duaları kabul oldu, diyorum. Suna yaşıyor.” Heyecanla birbirlerine sarılan çift birden donuklaştı.
“Suna da kim?” Furkan Bey şaşkınlıkla,
“Kızınız,” dedi. “Adı Suna değil mi?” Karı kocanın kenetli elleri birbirinden ayrıldı. Büzüşüp yeniden koltuğa oturdu yaşlı adam.
“Yok, Doktor Bey. Kızımızın adı Sena.” Furkan Bey kafasını kaşıdı.
“Nasıl olur? Sizi arayıp bulmamı o istedi. Adı Sena ise sizi nereden biliyor?” Kadının gözleri parıldadı birden.
“O, Suna dediğin, nasıl biri? Suna, Sena’nın görümcesinin adı.”
Hemşire adı Suna mı Sena mı belli olmayan hastasını odaya getirdiğinde anne ve babası gözlerine inanamayarak sarıldılar kızlarına. Ve Sena hikayesini anlattığında düğüm çözüldü. Furkan Bey, dahiliye uzmanı, başhekim ve iki hemşire odaya toplaşıp Sena’nın merak edilen hikayesini onun ağzından dinlemeye başladılar.
“Hava çok güzeldi. Denize gittik. Görümcem kayık sefası yapmayı önerdiğinde hepimiz sevindik. Kayınpederim torunlarının binmesine izin vermedi. Sadece görümcem, kocası ben ve eşim binecektik. Kayıkta boş yer kalınca sandalın sahibi de eşiyle bindi. Hatta kürekleri sandalın sahibi çekiyordu. Şile’yi bilen bilir, denizi dalgalıdır. Ama biz bindiğimizde deniz sakindi. Sonra dalga çıktı. Adam küreği şekerken zorlanınca enişte yardıma gitti. Biz üç kadın kayığın kenarına tutunduk, ama ne mümkün! Dalga o kadar sertti ki bir türlü dengemizi sağlayamadık. Sonunda kendimizi dalgaya bıraktık. Kayığın sahile doğru sürüklendiğini söyledi eşim. Beklemeye başladık ama çok korkuyorduk. Dalganın boyu arttıkça artıyordu. Sonunda kayığa ser ve güçlü bir dalga çarpınca hepimiz tepetaklak olduk. Yanımdaki adam karısının kolundan tutup kayalığa doğru yüzmeye başladı. Suna o kadar panikti ki hem eşine hem ağabeyine sesleniyordu. Enişte ve kocam onun etrafında pervaneydi. Eşim devamlı olarak Suna’yı kolluyordu. Kardeşinin adını söyleyip kolundan tutup onunla yüzmeye başladı. Bense dalgaların içinde güçlükle nefes alıyordum. Kendimi su üstünde tutmak gittikçe zorlaşıyordu. O sırada ters dönmüş kayığın sivri ucu başıma çarptı. Elimi başıma götürdüm. Kanı görünce öleceğimi düşünüp kendimi serbest bıraktım. Zaten umurunda olduğum bir kocam yoktu.
Hastanede hemşire bana kayınpederimin videosunu gösterdiğinde, çoktan unutulduğumu anlayıp sessizliğe gömüldüm. Ama günler geçtikçe anneme, babama ve oğluma olan özlemim o kadar arttı ki daha fazla katlanamadım onlarsızlığa. Benim için bu kadar üzüldüklerini bilmiyordum. Ben sevgiyi yalnızca kocasından bekleyen biriymişim. Oysa asıl sevgi insanın anne ve babasının kollarındaymış. Oğlumu ne kadar çok özlediğimi fark ettiğimde anne ve babama da haksızlık ettiğimi anladım.” Furkan Bey, Sena nihayet gerçekleri anlattıktan sonra
“Peki ne yapacaksın? Evine dönecek misin?” diye sordu. Sena yaşlı gözlerle önce annesine sonra babasına baktı. Onların ellerini tutup
“Kayınpederim eşimi hâlâ evlendirmediyse, eşimle son bir konuşma yapacağım. Eğer kalbinde yerim varsa başka, yoksa başka türlü davranacağım. Sevilmediğim yerde duramam şimdiden sonra. Beni en çok sevenlerin yanında kalacağım,” dedi. Doktor Sena’ya,
“Biz de neler düşünmüştük?” dedi. “Kocanın seni öldürmeye çalıştığını zannediyorduk.” Sena kirpiklerinden süzülen gözyaşına aldırmadı.
“İnsanın karısını sevmemesi onu öldürmekle eşdeğer değil mi doktor? Ben eşimi çok seviyordum, ama onun için değerli olmadığımı o Suna diye çığlık attığında anladım. Önemli olan kardeşiydi, ben değildim.” Yeniden hıçkırıklara boğuldu. Sakinleşince,
“Aklıma kazınmış görümcemin adıyla bağırdığı. Balıkçılara bile Suna demişim,” diye açıklama yaptı. “Aslında işime yaradı Suna olarak bilinmek. Düşünme fırsatım oldu. Düşündükçe canım yandı, ama olsun.” Babası kızına dayanamadı.
“Sağsın ya çok şükür. Bundan sonra sen ne istersen onu yaparız. Torunumu vermezlerse mahkeme mahkeme gezer yine alırız. Yeter ki üzülme.” Sena başını babasının omzuna koymuştu ki kapı açıldı. Kocası içeri girip karınsın dizlerinin dibine çöktü.
“Sena’m, canım karım! Çok şükür! Yaşıyorsun!” Sena kocasının omzuna dokundu.
“Oğlum nasıl?” Adam karısının ellerini tuttu.
“Seni çok özlüyor. Annemlere haber verdim. Herkes geliyor.” Sena imalı bir şekilde sordu.
“Seni evlendirmediler mi? Baban videolarda öyle söylüyordu.” Kocası ayağa kalktı hemen. Kendini izleyen hemşire ve doktorların yanında nasıl konuşacağını bilemedi.
“Yanlış anlamışsın. Öyle bir şey yok! Babam da çok üzüldü.”
“Gördüm,” dedi Sena. “Her şey çok netti.” Annesi, “Sana kim haber verdi oğlum?” diyerek gergin havayı dağıtmak istedi. Kocası yeğenlerinin onları aradığını, haberi aldıklarında yerinde duramayıp hastaneye kadar nasıl geldiğini bilemediğini titreyerek anlattı. Sena çok acımasızdı kocasına karşı.
“Oğlumu annemlere göstermemişsiniz.” Kocası yine telaşlandı.
“Sizinkiler çok üzgündü. Ağlayıp duruyorlardı. Bizim oğlanı biliyorsun. Çok hassas. ‘Etkilenmesin,’ dedi annem. ‘Biraz yürekleri soğusun, öyle götürürsün.’” Sena babasının başını öne eğip sessiz kalmasından anladı kocasının yalan söylediğini. Kapı tekrar açıldığında kayınvalidesi ve kayınpederi göründü. Ellerinden sık sıkıya tuttukları çocuk babaanneden kopup annesine koştu. Anne-oğul kavuşması odadaki herkesi ağlattı. Hemşireler taburcu belgelerini hazırlama bahanesiyle odadan çıktı. Dahiliye uzmanı ve başhekim bir görüşme yapmak zorunda olduklarını söyledi. Furkan Bey’in de bir hastası bekliyordu. Sena’nın kocası Ahmet,
“Evimize gidelim,” dediğinde Sena’dan hiç beklenmedik bir tepki geldi.
“Eve dönmek istemiyorum.” Kayınpederi ve kayınvalidesi itiraz edip
“Evine dön de düzenimizi bilelim. Kocanla oğlun yanımızda perişan oldu,” dedi. Bunun üzerine Sena’nın annesi,
“Kızım tam iyileşmedi. Onu evimize götüreceğiz,” diye atıldı. Kayınpeder,
“Yeri kocasıyla oğlunun yanı. Yoksa torunumu vermem,” deyince iki aile birbirine girdi.
Aileler birbirlerini suçlayarak tartışması polisin müdahalesiyle son buldu. Polislere göre tartışmak çözüm değildi çünkü Sena’nın yaşadığı kazada ihmal büyüktü ve Sena ölüme terk edilmişti. Buna dayanarak Ahmet’i gözaltına almaları gerekiyordu. Herkes için şaşkınlık veren gelişme Ahmet’in annesi ise yıkıcı olduğundan Sena’ya saldırdı. Haliyle onu da götürme zorunluluğu doğdu. Hatta videoya dayanarak kayınpederi de aldılar.
Sena, anne babasıyla ve hasret kaldığı oğluyla evine dönerken onları nasıl bir akıbetin beklediğini kestiremiyordu, ama içinde garip bir huzur vardı.
















