Her kadının makyajı gibi pürüzsüz müdür hayatı? Yaşadıkları, kırgınlıkları… Onca olumsuzluğu örtmeye hangi kapatıcının gücü yeter? Bir kadın, sevgi seli olan yüreğinin kapılarını neden sıkı sıkıya kapatır? Her kadının gülen gözlerinin ardında, anlaşılınca ortaya çıkan bir hüzün saklıdır. Zamanın dışında gibiydi Pervin. Boşluğunsa tam da içinde. Görünmeyen, bitmeyen bir hüzündü hissettiği. Keşke anlatabilseydi. Anlattıklarını yadırgamayacak ve onu öylece bağrına basacak birisine öyle ihtiyaç duyuyordu ki… Kadın olmanın verdiği o sapasağlam güç ile her zaman içinde taşıdığı küçük kız zayıflığı arasında bocalıyordu. Bazen her fırtınaya göğüs geren güçlü bir kadın, bazen de rotasını şaşırmış ürkek bir güvercin. Oradan oraya gezen, kontrolsüzce para harcayan, tatminsiz bir kadındı o. İnsanın kendisine dahi tahammülünün olmaması ne acıydı. Hayatı boyunca eksikliğini hissetmediğini zannettiği sevgisizlik şimdi üstüne çullanıyordu. Oturduğu her masada kendisine övgüler yağdırılan Pervin Hanım’dı o. İyi, güçlü ve her zaman güzel görünmek zorundaydı.
İnsan ne tuhaf varlıktı. Zenginliğini, güzelliğini, zekâsını, mutluluğunu koşulsuzca sergiliyor; mutsuzluğunu, acizliğini buzlu camların ardına saklıyordu. İyi olanı, güzeli kabul etmek bu denli kolaydı. Peki ya zayıflıkları, zaafları… Gülümseyerek güller açtırmaya çalışsa da yüzünde, yüreğinde hep fırtınalar kopardı. Şu an yaşadığı gibi olmayabilirdi her şey. Yüksek tavanlı, bahçesinde kumruların söyleştiği yemyeşil bir evde uyanabilirdi sabahları. Mutluluğunu da yudumlayabilirdi çayıyla. Hayat işte… Her durumda bizden daha çok etkili. Planladıklarımızdan ziyade, onun sözünün geçtiği kadarını yaşıyoruz. İnsanın yükü sadece yaşadıklarından ibaret değilmiş. İnsan aynı anda taşırmış yaşadıklarının ve yaşayamadıklarının yükünü. Sessizce, kimseye hissettirmeden taşınan ağır yükler… Maddi olarak bir sıkıntısı olmayan insanların her zaman mutlu olduğu yargısı ne acı. Her şeye yettiği düşünülen para, olmak istenilen kişiliğe, ruh hâline, hayattan alınan keyfe yetemiyormuş meğer. Her şeyin satın alınabildiği, etrafın olabildiğince doldurulduğu ama yüreklerin bomboş kaldığı bir hiçlik duygusu oluşturabiliyormuş. Tam olarak bu hiçliğin içinde savruluyordu Pervin.
Yine bir akşamüstü, şık bir yemekte, derin sırt dekolteli siyah elbisesiyle her zamanki gibi göz dolduruyordu Pervin. Ateş kırmızısı ruju, bu boş ruhunun içini doldurmaya çalışıyordu. Kim bilir, hangi manzaranın uzağında kendini bulacağı bir hayatı düşlüyordu.