Hiç düşündünüz mü, hayatınız bir film ya da dizi olsaydı nasıl olurdu?
Evet, bu ayki yazımda sizlerle bir diziden bahsetmek istiyorum: This Is Us.
2016-2022 yılları arasında NBC’de yayınlanan, altı sezonluk bir Amerikan aile draması.
Epeyce dizi izlemiş biri olarak, bu yapımın beni derinden etkilediğini söyleyebilirim ve bunu sizlerle paylaşmak istedim.
⸻
Bir Ailenin Tüm Zamanlara Yayılmış Hikâyesi
Bir aile dizisi olan This Is Us’ta, birbirini delicesine seven eşlerin ve üç kardeşin hikâyesi anlatılıyor. Ancak bu anlatım tarzı diğer dizilerden oldukça farklı. Bir dakika önce karakterin bebekliğini görürken, bir anda yaşlı hâline geçiş yapabiliyorsunuz. Dakikalar ilerledikçe, karakterlerin her yaşından alıntılarla bir bütünlük oluşturuluyor.
Belki biraz karışık anlattım ama bir izleyici olarak siz, ailenin bebeklerinin doğumundan daha da öncesine — anne babalarının çocukluklarına — kadar götürülüyorsunuz. Hatta o bebeklerin çocuklarına, torunlarına kadar uzanan bir zaman yolculuğu bu.
Yaklaşık kırk dakikalık bir bölümde, zaman içinde gidip gelirken adeta bir gözlemci gibi sadece seyrediyorsunuz.
Düşünün ki karanlık bir odadasınız. Masanın üzerinde bir eşya var. Elinizdeki ışığı sadece o eşyaya dik tuttuğunuzda ne kadarını görebilirsiniz? Elbette yalnızca o eşyayı…
Ama ışığı yukarıya kaldırdıkça, yanındaki nesneleri de görmeye başlarsınız. Biraz daha yukarı kaldırınca oda tamamen aydınlanır ve her şeyi bir bütün olarak görürsünüz.
Yani bir ışığın altında hayatı görmek…
İşte This Is Us tam olarak bunu hissettiriyor. Her şeyin başını, ortasını ve sonunu aynı anda izleyebiliyorsunuz. Zaman çizgisi ortadan kalkıyor.
Benim diziden en çok etkilendiğim nokta da buydu. Bir izleyici olarak ailenin otuz yıl öncesini, şimdiki hâlini ve otuz yıl sonrasını aynı anda görebilmek beni derinden etkiledi.
Diziyi fazla anlatmak istemiyorum; merak edenler farklı platformlarda bulabilir. Ama şunu söylemeden geçemem: Biz şu anımızı yaşarken, geçmişimizi ve geleceğimizi bilseydik nasıl olurdu acaba?
Hani bazen “Keşke şöyle olsaydı.” dediğimiz anlar vardır ya… Dizide bu tema da çok güzel işleniyor. Belki de istediğimiz gibi olsaydı, bugünkü hayatımız daha iyi olmayacaktı. Kim bilebilir ki, kendi yazdığı senaryonun gerçekten daha iyi olacağını?
Ayrıca dizide, genetik mirasın ne kadar güçlü işlendiğini görmek de keyifli. Annemizin, babamızın — hatta onların ebeveynlerinin — birçok özelliğini farkında olmadan taşıyoruz. Asıl mesele, bu mirası nasıl kullandığımızda.
Diziyi izlerken, bizim Türk toplumunun ilişkilerinde ne kadar “konuşma özürlü” olduğumuzu düşündüm. Biz duygularımızı ifade etmekte zorlanıyoruz. Ne anne babamızla, ne çocuklarımızla, ne de eşimizle tam anlamıyla konuşabiliyoruz.
Oysa bir “özür dilemek”, “teşekkür etmek” ya da “dinlemek” ilişkilerin temeli değil midir sizce?
Baba kavramından yazılarımda her zaman çokça bahsediyorum. Bu dizide de baba kavramı o kadar güzel işlenmiş ki, anlatamam sanırım. Baba, tüm olumsuzlukları elinde sihirli bir değnek varmışçasına dokunuşlarla anında çözüyor; inanılmaz…
Nasıl mı? Bence izleyin. 😊
Yazımı, rahmetli Barış Manço’nun 7’den 77’ye programının isminin ne kadar yerinde olduğunu söyleyerek bitirmek istiyorum. Gerçekten de bir kişi, yedi yaşında nasılsa yetmişinde de öyle oluyormuş.
Dizide bu tema o kadar güzel işlenmiş ki, bir gözlemci olarak başınızı sallayıp tasdik etmekten başka bir şey yapamıyorsunuz.
Hepimizin güzel senaryolarla dolu hayatları olması ve bu hayatları ötelere, ebediyete taşıyabilme umuduyla…
HAYATIN DEVAM EDEN SENARYOSUNDA GÜZEL KALIN.
“Yine çok keyifle okudum! Film öneriniz hemen izlenecekler listeme girdi 😊 Teşekkür ederiz 🌸