Ne güzel de demiş Şair Necip: “Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam.”
Hayatta sahip olunabilecek en değerliler; hayatı hayat yapacak olanlar… Bir masanın dört ayağı gibi insanı dimdik ayakta tutacak olanlar…
Bir sevgili olsun ki gönül köşkü boş kalmasın, yürek sevgiyle atsın; sevgilisiz bir kalbin var mıdır etten farkı? O sevgili ki her şeye sevgiyle baktıran; o sevgili, küçücük şeylerden bile tat aldıran, nefesi şiirli, her an’ı masal kılan şey…
Dosttur seni senden iyi bilen; dost o ki beraber yürüyen, dünya bir yana dostum bir yana dedirten, derdini kendi derdinden önde tutan, sevincinle mutlu olan; muhabbet, sohbet, hâlden anlayan. “Hâlden anlayanın bir gülü yeter.” mi demişti? Öyle demişti ya, çoook seneler önce. Ve sanki gözleri, sözleri kadar derindi. Buğulu bakışlar yansıtırken aynalara, taayyünlerin başı dönüyordu.
Vatansız olur mu hiç insan? Aidiyet duygunun kimliğinle bir olduğu iklim. Senin sevdalarının, değerlerinin yaşandığı kutlu diyar… Ötüken, Tigen; çekik gözlü kızların at koştuğu bozkırlar, bozkurtlar diyarı… Ak sakallı kocaların, ulu dağların, nefes saldığımız her yerin bizim olduğu… Vatan… Ve bütün cihan…
Ve hocam denilesi… Bir hoca ki sözü dinlenesi. Hoca ki aldığın nefesi bilesi. Yol gösteren, elinden tutan, her dediğine şüphesiz inanılan, seni senden iyi bilen, gönül derdini tanıyan, aklını okuyan… Şimdinin rengârenk cübbeli, çokça korumalı, makam arabalı, falanlı filanlıları gibi değil yani; öyle. Bir zamandı; seslendim kabristana: elâ gözdeki nazar, şahmeran bakışlı yâr, kaderim kara yazar; on sekiz bin sarayın kapısında bergüzar; kimi aşikâr eder, kimi sırda yanar. Şimdi bütün sırlar da sizin olsun!
Çocuktum ben, sonra büyüdüm; ikisinin arası bir adım, ikisinin arası uçsuz bucaksız… İkisinin arası; ne adanılası bir sevgili nefesi, ne elinden tutacak bir dost eli, ne benim olan bir vatan, ne de hocam demeye dilimin cüret edeceği bir ârifan. Kuruyan günebakanlar, solan çiçekler, ziyan edilen sevdâ… Yük eylesen dağları, taşırdım ben ama.
Âh, o değmezler… Sevmeye, sevilmeye değmezler.
Bir sevgilim vardı; eskidendi, çook eskiden. Ve yine Necip’ten aklımda kalan bir sahne:
“Yolu tam dönerken arkana bak da,
Köşede bir lahza kalıver gitsin!”
Ne de olsa “son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda.” Ve aklımızda kalan son sahne oldu son bakıştaki o gözler.
Ama yine de çıkalım tepeye herhangi bir vakit; Minik Serçe’nin de dediği gibi, başını omzuma yasla. Sen Biga’yı seyret ya da manzaramız neresiyse orayı, ama yâr, ben de seni…
(Bu yazı bu konuya yine nasıl geldi ki!)
















