Çöl oldu bak girdiğim deniz. Ne dalga sesi ne martı sesi, çıpası kopmuş kıyıda teknesi, safran sarısı şimdi suyun rengi.
Tarih 23 Temmuz 2025’i gösteriyordu. Sema sönük yıldızlarla, deniz durgun, dalgalarla, yağmur göz yaşlarıyla toprağa düşüyordu. Bedbaht bir uykudan uyanıştı. Önce pencereme doğrulup, eteği örme tüllerden yapılmış perdemi araladım. Latif ışıklar gözbebeğime çarparken, siyah parçalarla perçemlenen karanlık yerini gün ışığına bırakıyordu. Ağıt alameti, sav bilgeliğiyle gafil bir kuşa yaklaşan avcı kedi kaldırımlarla binalar arasında kuşu tevkif etmeye yelteniyordu.
Bir zulüm garipliğinde yaz sıcaklığı sabaha el veriyordu. Sayısız ve sahipsiz kuşlar, kediler, köpekler ve az ötede şehri ikiye bölüp demir yolundan geçen şimendifer sesi, gençliğimin son ümitlerini de kırıp dağıtıyordu.
Nazikâne tavır ve lisân ile mücevheratlar takıp takıştıran hanım efendiler, canla başla, fedakârca, cansiperane şekilde araçlarına doğru yürüyen bey efendiler birbirini görmeden geçip gidiyorlardı. Bir kusurum vaki olduysa affola, ama böylelerini görünce “innellahe meassabirin” demekten kendimi alıkoyamıyorum.
Yine kendi ihtisasımda olmayan elim duygular beynimin girdaplarında yönsüz yuvarlanırken, seyr-u sülük hüsn eyleyip “okumadan alim, gezmeden seyyah olunmaz” deyip çabalarını takdir ediyorum.
Bugün küçük çınar ağaçları bayraklarla donatılmış, hülasa bir manzara sokaklara şenlik katıyordu. Tarih 23 Temmuz 1919, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının bir araya gelmesiyle Erzurum Kongresi’nin toplandığı günün seneyi devriyesini işaret ediyordu.
Kurtuluş mücadelemizin temellerinin atıldığı, “vatan bir bütündür, parçalanamaz” nidalarının yükseldiği önemli bir güne atıfta bulunuluyordu. Bu gününün önemine ithafen Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını rahmet, özlem ve şükranlarımla yad ediyorum.
Bir kelebek ömrü kadar kısa insanoğlunun günü. Rüzgâr saçlarımı uçuştururken penceremi kapatıp, çilekli kurabiyem eşliğinde orta şekerli kahvemi içiyordum. Tuhaf bir huzur hissettim. Gönlümün bütün kapılarını aralayıp içeriye geceyle gündüzü, ay ile güneşi salıveriyorum. Aşksızlığa, sevgisizliğe, merhametsizliğe kapatıyorum bütün nefesimi.
Bugünü nasıl biterse bitsin, yaşamak istiyorum tıpkı küheylanlar gibi. Bir çocuk ağlaması duyuyorum, varlığıyla günü değerli kılan. Günü yaşamam ve duyumsamam gerekiyordu. Öyle değil midir zaten? Bazı günlerin önemi yaşanmadan bilinmez. Anafor değildir günlerimiz.
Ve şairin mısraları sarsın ruhunuzu;
“Ne doğan güne hükmüm geçer.
Ne hâlden anlayan bulunur.
Ah aklımdan ölümüm geçer,
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.”
(Cahit Sıtkı Tarancı)