Sevgili okuyucular,
Gelin gözlerinizin önüne, hem Batı’nın gelişmiş bir ülkesinde hem de bizim ülkemizde bir metropolde yer alan cazip bir semti getirin. Bu semt, başlangıçta yüksek sosyo-ekonomik düzeye sahip ailelerin yaşadığı, planlı ve estetik bir yaşam alanıdır. Denize yakındır, geniş parklarla çevrilidir, yeşil alan oranı çağdaş bir kent yaşamına uygun seviyededir. Sokaklarında seçkin markaların dükkânları sıralanmış, popüler kafe ve restoranlar sosyalleşme merkezleri haline gelmiştir. Kültürel etkinlikleri, eğitim kurumları ve sağlık hizmetleriyle de diğer semtlerden ayrılan bu yer, adeta şehrin kalbi gibidir. Suç oranı düşüktür, insanlar huzur içinde yaşar. Evler arasında mesafe vardır, bazıları manzaralıdır ve bu özellikler, semti diğerlerinden ayrıcalıklı kılar. Doğal olarak, kira ve satış fiyatları da oldukça yüksektir.
Ancak bu refahın ve estetiğin meydana getirdiği rant, büyük sermaye gruplarının dikkatini çeker. Şirketler, bölgede gayrimenkul yatırımı yapma hedefiyle fizibilite çalışmalarına başlar. Ardından yerel yönetimlerle, özellikle de belediye yöneticileriyle “kentsel dönüşüm” adı altında pazarlık masasına otururlar. Bundan sonra ise semtte garip ve rahatsız edici gelişmeler yaşanmaya başlar.
İlk olarak, arka sokaklarda fuhuş faaliyetleri baş gösterir. LGBT’li bireylerin ya da başka kimliklerin bu alana yöneltilmesi, bazı ev sahiplerinin yalnızca kira gelirini önemseyerek evlerini kiraya vermeleriyle yaygınlaşır. Ardından masaj salonları hızla çoğalır. Fuhuşun olduğu yerde uyuşturucu da gecikmez; sokak satıcıları görünür hâle gelir. Eğlence mekânlarının çevresinde, gece vakti yaşanan para kavgası, darp ve hırsızlık olayları sıradanlaşır. Semt sakinleri huzursuzlaşır ama korkudan sessiz kalırlar. Perdelerini çekip olan biteni izlemekle yetinirler. Kolluk güçlerine ihbarda bulunmaktan çekinir, “Başıma iş açılmasın” anlayışıyla pasif bir kabullenmeye sürüklenirler.
Sokak lambaları bozulur, bazı caddeler gece karanlığa gömülür. Elektrik dağıtım şirketi arızaları uzun süre onarmaz. Artan karanlık, suçun yayılmasına zemin hazırlar. Gündüzleri dahi huzursuzluk hissedilir. Kimi aileler çocuklarını okula yalnız göndermemeye başlar. Güvenlik kaygısı artar. İnsanlar yavaş yavaş semtten uzaklaşmayı düşünür. Ucuz fiyata evlerini satışa çıkarırlar. Emlakçılar kapı kapı dolaşır. Çoğu, aslında müteahhitlerle iş birliği içindedir ama bu gerçek gizlenir. Taşınmak zorunda kalan aileler, kentin dış çeperlerinde daha mütevazı alanlara yönelir.
Peki bu olanlar sadece bir tesadüf müdür?
Hayır. Kurgu böyle değildir. Bu bir organize planın parçasıdır. Büyük sermaye, müteahhit firmalar üzerinden yerel yönetimle ve bazı yozlaşmış kamu görevlileriyle gizli bir anlaşma yapmıştır. Kolluk kuvvetlerinin bazı unsurları, suçlara göz yumarak görevini ihmal eder. Elektrik dağıtım şirketi, karartmaları sürdürür. Şehir mafyası, uyuşturucunun ve şiddetin semte sızması için taşeron gibi kullanılır. Yoksul mahallelerden “suç makineleri” semte yönlendirilir. Böylece semtin yaşam kalitesi bilinçli şekilde düşürülür.
Plan, mülk sahiplerini çaresiz bırakmaktır. İnsanlar korkuyla, sıkıntıyla semti terk ederken; sermaye, değersizleşmiş mülkleri satın alır. Ardından bölgede yüksek katlı binalar, lüks konut projeleri yükselir. Eski semtin dokusu bozulmuş, mimarî kimliği yitirilmiştir. Ancak sermaye kârını katlamıştır. Ucuza aldığı daireleri, yüksek fiyatlardan satar. Kaybeden mahalleli olur; kazanan, organize bir planı adım adım işleten rant avcılarıdır.
Bu yazıyı, yalnızca bir kentsel dönüşüm eleştirisi olarak görmeyin. Aynı zamanda korkunun, sessizliğin ve sistematik yozlaşmanın bir semti nasıl ele geçirebileceğine dair bir anlatıdır bu. Belki bir romanın konusu olur; belki de yaşadığımız şehirlerin geleceğini sorgulamak için bir fırsat oluşturur.