“Sevmek neymiş bir gün anlarsın.” Diyordu Ümit Yaşar. (Çok beklersin diyesi de! Hadi ekleyelim; herkes kendisi gibi, kendisi kadar sever yüreği yettiğince.) “Sevmek neydi” vardı bir de yazması allıda. (Servi boyluda gözümüz yok, boyu boyuma, huyu huyuma kâfidir. Ha bi de çayı kahveyi severse…)
Hemi de bir de zamane bir söylem türedi, “kendini sevmeyen, kimseyi sevemez” gibi bir şey. Sevmek, kendinden vazgeçirmiyorsa, sevmek midir? Kendini sevgilide bulmak, onunla tamam olmak başka bir şey ama. Hani diyor ya Sezen Abla: (Biz kendisinin serçe olduğu zamanları da biliriz.) “Aşk için ölüvermeli, aşk o zaman aşk.” Bir de dizi film söylemi ekleyelim: “Ölüm ölüm dediğin nedir ki gülüm, ben senin için yaşamayı göze almışım!” İçin’le yaşamak arasındaki virgül veya virgülsüzlükteki kadardır sevmek. Sadece yazıda görülebilen, virgülün varlığı üzerine daha belirgin bir şey diyelim: “Sen sadece, beni sevdin; ben sadece seni sevdim.” (Canım Türkçem, aşkı dile dökmeye çok müsaitsin ama elimizde hiç aşk kalmadı be. Sonuncuyu da yakın bi geçmişte ziyan ediverdik!) Şimdi artık yeni sevme biçimleriyle idare edersin ama onları da ben bilmiyorum. Vefâ İstanbul’da bir semt adı;
Aşk, şarkılarda içi boş bir laf şimdi.
Yine bir keresinde (şaka şaka!) Ama yanakları pembeleşir, dudak kıvrımı yana kayardı. Ben bilmem, ben hiç bilmem; mantarcıyım ben. Mantar toplarım sepetime. Eskiden ağaç da yontardım üstelik. Yani uzağım sözün aşka yakın olanına. Ama severim kuçu kuçularımı, arada delirtseler de beni. Hem aşkın pazarında ben mi satılmışım? Kuyuda kalmışım. Pazara çıkartmayı unutmuşlar beni. Sürme diyorum, nasıl da yakışırdı o gözlerine. Nasıl da ama… Ve sevmek diyorum, sanki iyi bir şeydi ve atımızı sürerdik elbet biz de uçuruma. (Yazar burada Bozkurtlar romanındaki Urungu’ya atıf yapıyor kendince.) ama bize “ruh adam” olmayı reva gördü cilveli şey. (Kaderden bahsediyorum, yanlış anlaşılmaya sakın!)
Sevmek dostum, kâh çeker seni uçuruma ki seve seve atlarsın, kâh ödün patlar Gülce’den. Hadi bitiriverelim sözü
Atsız Hoca’dan:
“Gözler ki bir parçasıdır sende ilâhın.
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın.
Vur şanlı silahınla, gönül mülkü düzelsin.
Sen vururken de öldürürken de güzelsin.”
Öyledir ya, sevgili dediğin hep güzeldir zaten. Ama hep işte!
Bu güzellik yalnızca yüzünde, sözlerinde, gözlerinde mi saklıdır? Hayır. Gerçek sevgili, yalnızca dış dünyada değil, ruhun en derin köşelerinde yankılanır. Çünkü onun varlığı, sadece bir ânın içinde değil, düşüncelerin en sessiz anlarında da hissedilir.
O hep güzeldir. Ama bu güzellik sadece göze görünen mi? Hayır, çünkü sevgili bazen bir melodi gibi ruhunda titreşir, bazen bir sessizlik gibi içini sarar, bazen de zamansız bir hatıra gibi kalbinde yankılanır.
Ve en önemlisi, sevgili yalnızca var olduğu için değil, onun içinde hakikati gördüğün için güzeldir.
Ama işte! Çünkü bazen uzaklarda da olsa, bazen gözlerin onu göremese de, o hep vardır, hep güzeldir, hep hissedilir.Sevgi ve selamlarımla kardeşim.
Eyvallah… Bilmukabele…