Yıl 1969, aylardan Temmuz. Amerikalı astronot Neil Armstrong, “Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım,” diyerek insanoğlu adına ilk defa Ay’ın yüzeyine ayak bastı.
Birçok insan bu gerçeği kabul edip uzay araştırmalarını daha ileri taşımanın yollarını ararken, hatırı sayılır bir kesim ise hâlâ bunun bir düzmece olduğuna inanıyor.
Yazılarımı takip edenlerin hatırlayacağı gibi, daha önce bu gizemin çözülmesine az kaldığını yazmıştım. NASA yıllardır aksini iddia etse de bu kuşkucu kitle Ay’a gidilmediğine olan inançlarını asla yitirmedi. NASA’nın komployu hazırlayan bir kurum olduğuna dair inançları, sunulan tüm delilleri yok saymalarının başlıca nedeniydi. Hatta bu durum öyle bir hâl aldı ki, Amerika’nın bu alandaki en ezeli rakibi olan Rus Uzay Ajansı’nın, 55 yıl aradan sonra Ay’a gidildiğini resmen kabul etmesine bile aldırış etmediler.
Roscosmos Başkanı Yuri Borisov, Ay uçuşundan sonra ABD’ye teslim edilen toprağın “tam olarak Ay’a ait olduğunun ortaya çıktığını” ve bunun da Amerikalıların Ay’ı gerçekten ziyaret ettiğine dair hiçbir şüphe bırakmadığını söylemişti.
Şimdi ise Hindistan’ın Chandrayaan görevi devreye girdi. Bu görevde, Ay’ın yörüngesine dünyanın en güçlü kamerası yerleştirildi. Bu güçlü kameralar, Apollo programından kalan iniş aracının ayak izlerini, bayrağını ve kalıntılarını görüntülemeyi başardı.
Merak ettim; acaba bu önemli gelişme sonrası Ay inişini inkâr edenler şu an ne düşünüyor? Biraz araştırdım ve günümüz gerçeği ile bir kez daha yüzleşmiş oldum.
Bana “Bu çağın en büyük hastalığı nedir?” diye sorsanız, hiç tereddüt etmeden; insanların hata kabul etme, fikir değiştirme ve en önemlisi, tarafsız düşünme eksikliğidir derim.
Evet, bunca ispata rağmen hâlâ aynı inkârın içindeler…
Acaba bu denli sabit fikirli olmak bize ne kazandırabilir? İnatla haklı çıkmaya çalışmak… Herkes böyle olunca, doğal olarak toplumlarda ne gelişme kalıyor ne de adalet.
Sakın beni yanlış anlamayın; inkâr edenlere bir lafım yok. Az önce de söyledim; bu, çağımızın hastalığı. Tıpkı bir Orta Çağ vebası gibi her geçen gün yayılmakta.
Korkarım “Yanılmışım”, “Hata bende” gibi kelimeler giderek unutulanlar arasına girmek üzere.
Bu durum tüm ilişkileri derinden sarsıyor; aileyi, arkadaşlığı, hatta evlilikleri… Birbirlerini seven insanlar hatayı hep karşı tarafta gördüğü için birbirlerinden de birer birer uzaklaşmakta.
Bütün bunlardan çıkan sonuç: Ne zaman hata yapmak yüz kızartıcı bir suç değil de insani bir gelişim aşaması olarak görülmeye başlarsa, işte o zaman eski huzurlu günlerimize dönebiliriz.
Umarım yeni yılda daha çok yanıldığımızı kabul edip, dönüşü olmayan o son çizgi geçilmeden önce kendimizi, sonra da diğer herkesi affetmeyi başarabiliriz.
Kalın sağlıcakla…
















