Bu şehrin bir hafızası varsa, ilk seni hatırlayacak; yıllar sonra. Balkonlarında gözlerini kurutan kadınlar, daha doğmadan senin ismini verecek çocuklarına. Pencere demirlerinde ellerini unutan kadınlar, beklediklerinin gelmesini senden bilecek.
Bu şehrin bir hafızası yoksa, ilk beni unutacak. Pencere demirlerinde ellerini kurutan erkekler, kadınların balkonlarda unutulan gözlerini geri verecek ve gülümseyecek senin isminle doğan çocuklara.
Bu şehrin sana olan hafızası, bana yok; biliyorum. Bu yüzden geceleri çıplak geziyor, gündüzleri deli gömleği giyiyorum. Kimse yadırgamıyor kusursuz olmayan kusurlarımı. Kimse önemsemiyor bin tövbeyle, bin kez yıkılan surlarımı.
Asya’da küçük atlara binmiş Moğol savaşçısı, kutuplarda çöl rüzgârı esiyor.
Ne atların çölde tökezlemesini, ne Ferhat’ın bir dağ başında ölmesini, ne de sessizce çekip gitmeni; hafızası olmayan bir şehirde kimse önemsemiyor.
Oysa ben biliyorum yokluğun çöl rüzgârı. Oysa ben biliyorum; yokluğunda hafızasını kumlara gömen bir bedevi, serabında hülya görüp hatırlıyor dünleri. Rüyasında, susuzluğun mahşerinde her şey çoğaldıkça o yalnızlaşıyor.
Sen de biliyorsun, ismini çoğaltan kadınlar hatırlanmanın, zamana ve şehirlere direnen garantisidir. Bunun üzerine kurulmuştur antik çağların, yıkılacak duvarların, yağmalanacak ve yakılacak kentlerin kıyamete dek unutulmama felsefesi.
Benimse tek bir adım var:
Üstünde Nietzsche’nin deli gömleği.
Sen unuttuğunda unutulup gidecek,
Ve senden sonra
Hiçbir şehre dönmeyecek geri…
Sanki hep sendin düşündüğüm. Nefesinin—mevsimleri masallara dönüştüren—buğusuna çizdim pencere camlarına yansıyan yüzünü. Gülüşünü bir meydanı boydan boya geçerken gördüm ve sevdim seni, geniş zamanların daracık mekânlarında.
Beni çocukluğuma çağıran sesin değdiği her yerde vardın. Ürkek adımlarla yaklaşmak sana, tanımaktan korkarak konuşmak, yakınlaşmak vaktiydi. Buna ayarlanmıştı alaturka saatim. Gözlerinin akrebine tutulmuş, ardın sıra dönüyordu yelkovanım.
Şimdi yoksun, varlığından bile çoksun. Her tarafta izi var, ayaklarının; her duvarda gözlerin.
Şimdi yoksun. Ben küçüldükçe inadına büyüyor dağlara; dağ denmesine sebep dağdan büyük yokluğun.
Şimdi yoksun, varlığından bile çoksun. Her şeyde senden bir şey vardı; gittin ya her şey sen oldu. Ölür gibi özlüyorum seni. Senmişsin gibi seviyorum, sandalyeyi dolduran siluetini.
Kitaplarını okuyor, kolyeni takıyorum. Sen gelmeden kapanmayacak, biliyorum, boynumda yokluğunun derin yarası.
Karanfil kokan yârim. Seninle sevdiğim şarkıları dinlerken rüyalarımda—hiç kimsenin, yağmurun bile böyle büyük özlemi yoktur—
Varlığın sığmazken içime, yokluğun ondan da çoktur.