Asansör bozuk. Zil bozuk. Sedye bozuk. Musluk bozuk. Yemekler bozuk. Servis bozuk. Düzen bozuk. Bozuk oğlu bozuk…
Efendim, biri kurallara uydu, düzen bozuldu. O gün bugündür hiçbir şey yolunda gitmiyor. Sizin yardımınıza ihtiyacımız var. Bütün olanları en baştan anlatacağım size.
Yıllardır inşaat sektöründeyiz. Bugüne kadar ufak tefek sorunlar hariç problem yaşamadık. Ufak tefek dediğim de aslında sorun bile sayılmayacak, kendi aramızda halledebileceğimiz küçük şeyler. Kâğıt üzerinde halledilemeyecek iş yoktur, siz de bilirsiniz. Bilmem kaç saatlik iş güvenliği eğitimi mecburiyeti koymuşlar benim duvar ustama, sıvacıma, kalfama. Ya hu, bu adamlar bu işin içine doğmuş. Gel, onlar versin sana eğitimi! İyi dememiş miyim? İş aksar, olmaz dedim. Hallederiz, dediler. Hallettiler; işçilerin hiçbiri eğitimi almadı ama hepsi sertifikalı usta artık.
Yine bir gün belediyenin imar müdürlüğünden geldiler. “Projeye uymayan yerler var, iskân alamazsınız,” dedi. Sanki her şey tamam da o mu kusur, dedim; tabii bunu içimden söyledim efendim. İskânsız olur mu hiç! Bazı değerli kâğıtları masaya koyunca uymayan yer falan kalmadı, verdiler iskânı, sağ olsunlar.
Yıllardır aynı iş güvenliği uzmanımızla çalışırız, insan halinden anlar. İskelede emniyet kemeri olmadan çalışan işçileri kibarca uyarır, kırmaz kalplerini. Onlar da var olsun, ne zaman denetim olsa eksiksiz bütün ekipmanlarını takarlar; onu zora koymazlar. Diğer günlerde de o görmezden gelir bazı şeyleri. Burada herkes bilir ki birimize bir şey olursa o Allah’ın takdiridir. Mevlâ yazmışsa belimdeki kemer mi koruyacak beni! İhmal yok, kader var burada. Zaten fazladan dört saat çalışan bu adamları çok bunaltıp kaçırırsan yenisi gelene kadar iş durur. Bu da hepimizin aç kalması demek, şimdi olduğu gibi.
Kaçak çalışan göçmenleri de genellikle gören olmazdı. Onların kaderi burada bir kaza sonucu ölmekse bunu kabullenmek daha kolaydı. Sigorta demek, Allah ile kader arasına çomak sokmak gibi bir şeydi. Bilirkişi gelir, “Eksik mi varmış, aman efendim ihmal mi varmış?” Ahiret soruları sorar. Kimse de demez ki, “Ya bu kader, yapacak bir şey yok.” İşte sigortasız kaçak göçmenlerde ardına düşen olmazdı.
Sonra bir gün yoldan geçen biri, inşaattan başına düşen demir nedeniyle kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Hemen inşaatın çevresini sardık, muhtelif yerlerinden yırtılmış güvenlik filesini değiştirdik. Birkaç görgü tanığı, filenin olay olduğunda sağlam olmadığını iddia etti ama bu iddiayı doğrulayacak somut bir delil bulunamadı. Sokağa bakan güvenlik kameraları da çalışmadığı için olay kapandı. Allah mekânını cennet eylesin. Geride kalanlarına sabır versin. Ölüm işte, nerede seni bulur bilemezsin, değil mi ama? Neyse, biz konumuza dönelim.
Bugüne kadar böyle ufak tefek sorunlar dışında gül gibi geçinip gittik. Kaç kişinin ekmek kapısı burası. Efendim, asansör boşluğudur, merdiven boşluğudur; bunlar hep dikkat edilmesi gereken yerler. Bunu hepimiz biliriz zaten, değil mi? Demir ve çimentoyu aldığımız kıymetli abimizin çalışanı, bizim inşaatların birinde bu boşluğa düştü. Neyse ki eceli gelmemiş, onun kaderi sakat kalmakmış. Bak gördün mü? Onuncu kattan düşen ölmüyor da ikinci kattan düşen ölüyor. Oldu mu, oluyor işte. Çimento satan abimiz sağ olsun, şikayetçi olmadı. O da halden anlar, iyi adamdır. On kalem çimentoyu yüz kalem girip vergiden düşerken de hiç sorun yaşamadık zaten. Şimdi firmanın adı geçsin bu olayda, ne gerek vardı? “Kazayla insan ölüyor,” diye boşuna dememiş büyüklerimiz, varmış bildikleri.
İşte böyle, avukat bey. Biz bugüne kadar böyle gül gibi herkesle uyum içinde ekmeğimizin peşinde koşarken bir gün biri çıktı. Haşa tövbe olsun, dinime küfretse daha iyiydi. Bu olanlar kader değil, ihmal dedi. Yardımcı olalım dedik, çocukları okuyormuş. İyi niyetimize rüşvet dedi, almadı. Benim çalıştırdığım garibanların ekmeğine göz dikti; sigortasız olmaz dedi. Ne yapayım? İş bulamasın, aç mı kalsın adamlar? Ne vicdansızlar var, görüyorsunuz.
Zaten her yerden sürmüşler bunu, aksiymiş. Bizi her yere şikâyet etti. İnşaat durdu, işçiler aç. Tanıdıklara haber saldık, “Az daha sabredin, halledeceğiz,” dediler. Abi, aslında senin iş şimdiye kadar olmuştu olmasına da bizim burada da, “Biri kurallara uydu, bütün düzen bozuldu,” dedi. Cinayetle bile yargılanabilirmişim. Sen en az cezayı almak için kendine iyi bir avukat bul abi, dedi. Sanki ne suçum varsa! “Kırk yıllık kani olur mu yani!”
Yine muhteşem bir öykü olmuş emeğinize yüreğinize sağlık sayın hocam hayran kaldım. Kaleminizin ucu hiç eksilmesin.
Her zamanki gibi bu hikayenin de keyifle okudum güvercin emeğine sağlık canım
Sevgili Güvercin, bu yazın bir düzeneğin tam ortasındaki çarkların nasıl çatırdadığını gösteriyor. Günlük yaşam içinde ortaya çıkan her küçük detay, aslında büyük bir sistemi yansıtmakta. Yazı, hem bireysel sorumlulukları hem de toplumsal dayanışmayı sorgulatıyor. Asansöründen musluğuna kadar her şeyin “bozuk” olması, çözüm arayışlarının ve değişim çabasının gerekliliğini haykırıyor. Umarım bu yazı, tamir için bir kılavuz olur; hem fiziki hem de insani anlamda. 👏
👏🏻👏🏻👏🏻
Elinize sağlık hocam
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün küçük ve metaforsuz bir uyarlaması olmuş. Yine o eserdeki gibi ana duygunun hiciv olması da yine o romandan izler taşıyor. Hikâyenin birincil ağzı, bana Hayri İrdal’ı anımsattı. Kâğıt ve şekil sınırlarına hapsedilmiş bir toplumsal bilincin hicivsel eleştirisi.
Kader kavramı cehaletin sui istimal ettiği çok derin bir konu. Bununla beraber bu kavram üzerinden İslâm’a saldıran belirli bir güruh da var. Hikâyenin bazı noktalarında cahil bakış açısı başarılı şekilde eleştirilirken birkaç cümlede ise ne yazik ki bahsettiğim güruhun algı çalışmalarına istemsiz şekilde paralel söylemler bulunuyor.
bu işin fıtratında Var🫤 der bir büyüğümüz 🙂