Bugün sizlere bizzat tanık olduğum, gerek ünlü gerekse halktan insanların kendi ölümlerine nasıl adım adım yol hazırladıklarını ve bu süreçte, farkında olarak ya da olmayarak yaşadıkları psikolojik sorunlara değinmek istiyorum.
Hepimizin bir dönem ekranlarda keyifle izlediği, yarışma programlarıyla tanıdığı Nihal Candan… Maalesef bugün artık aramızda değil. Öncelikle acılı ailesine ve sevdiklerine sabır diliyorum. Gerçekten çok acı ve zor bir durum. Onun gibi genç, hayat dolu bir insanın böylesine trajik bir sona sürüklenmiş olması hepimizi derinden düşündürmeli. Çünkü bu yalnızca bir bireyin trajedisi değil — bu, çağımızın toplumsal hastalıklarının bir yansıması.
Anoreksiya Nevroza: Sessiz Bir Ölüm
Nihal Candan’ın ölümünün ardında, ne yazık ki bir kez daha karşımıza çıkan bir hastalık var: Anoreksiya Nevroza. Kendi dilimle anlatmak gerekirse; bu hastalık, kişinin psikolojik baskılar ya da kilo alma korkusuyla yemek yemeyi reddetmesiyle başlıyor. Vücut hızla zayıflıyor, organlar işlevini yitiriyor ve çoğu zaman süreç ölümle sonuçlanıyor. Adeta ruhu öldüren sessiz bir virüs gibi…
Bu “Virüsü” Nereden Kapıyoruz?
Cevap çok uzakta değil; hepimizin cebinde: Akıllı telefonlar ve sosyal medya. 2000’li yılların ortasında Facebook’la hayatımıza giren bu dijital dünya, bugün Instagram, Twitter, Snapchat, TikTok gibi platformlarla yaşamlarımızın merkezine yerleşmiş durumda.
Artık sabah onunla uyanıyor, gece onunla uyuyoruz. Yeri geliyor çocuklarımızı, işlerimizi, sevdiklerimizi hatta kendimizi bile unutuyoruz; ama ekranı asla. Sürekli bir karşılaştırma, beğenilme ihtiyacı ve kusursuz görünme baskısı altındayız. Özellikle genç kadınlar, algoritmaların sunduğu “mükemmel” beden imgelerine maruz kaldıkça, kendi bedenlerinden nefret etmeye başlıyor. Bu da onları, tıpkı Nihal gibi, bazen geri dönülmez bir yola sürüklüyor.
Sıradan Sandığımız Cümlelerin Bıraktığı Derin İzler
“Biraz kilo almışsın.” “Eskisi kadar güzel değilsin.” “Biraz daha zayıf olsan mükemmel olurdun.”
Bu cümleler kimilerine göre sıradan olabilir ama duyana göre bazen bir ömür silinmeyen yaralar bırakabilir. Sosyal medya artık yalnızca bir iletişim aracı değil; kimliğimizi, bedenimizi ve hatta ruh sağlığımızı şekillendiren bir yapıya dönüştü.
Filtreli hayatlar, kusursuz bedenler ve sahte mutluluklar… Sürekli “daha iyi olmalıyım” baskısı, bireylerde derin bir yetersizlik duygusu meydana getiriyor. Özellikle gençler, bu dünyaya ayak uyduramama korkusuyla kendi benliklerinden uzaklaşıyor.
Bu baskılar, zamanla bireyde yetersizlik, çirkinlik ve değersizlik korkularını besliyor. İnsan kendi bedeninden utanmaya, aynaya küsmeye, tartıya düşman olmaya başlıyor. En kötüsü de şu: Zamanla bu korkular “gerçek” gibi gelmeye başlıyor. Ve insan kendi hayatına düşman kesiliyor.
Sosyal Medyada Sessiz Şiddet: Hadsizliğin Yükselişi
Özellikle içinde bulunduğumuz çağda, insan psikolojisinin ne denli bozulduğunu görebiliyoruz. Bireyler, çok daha kolay bir şekilde kendine veya başkalarına zarar verebiliyor. Eskiden duyulmayan, yüz yüze söylenemeyen sözler artık bir mesajla karşımıza çıkıyor.
“Yemeği yenmez, lafı dinlenmez” insanların oluşturduğu bir silsilede, “Sen bu konuda ne düşünüyorsun?” sorusunu duyamayan birey, sesini duyurmak adına sosyal medya üzerinden hadsizleşiyor. Çünkü artık insanlar sorunlarını değil, kaosu seviyor. Kimisi kıskançlık ve haset duygularıyla seni aşağı çekmek isterken, kimisi de kendi içindeki boşluğu başkasını yıkarak doldurabileceğini sanıyor.
Ne Yapmalı?
Bu tür ölümler kader değil. Bu, görmezden geldiğimiz, konuşmaktan çekindiğimiz bir çığlıktır. Psikolojik destek almaktan utanmamalıyız. Aileler, arkadaşlar, öğretmenler… Hepimize görev düşüyor:
- Eleştirirken değil, desteklerken konuşmayı öğrenmeliyiz.
- Kusursuzluğu değil, insanlığı aramalıyız.
- Sosyal medyayı değil, aynadaki gerçeği sevmeliyiz.
Yazımın sonuna yaklaşırken siz değerli okuyucularıma küçük bir not daha bırakmak istiyorum: Sizi eleştiren insanların bir kısmı, kıskançlık, haset gibi duyguların çemberinden çıkamadıkları için sizi aşağı çekmeye çalışabilir. Kimisi de kendi içindeki karanlığı başkalarına yansıtarak rahatlamaya çalışır. Bu ayrımı yapabilmek sizin elinizde.
Haklı ve iyi niyetli eleştirileri ayırt etmeyi öğrenin. Zararlı olanları ise duymazdan gelin. Gerekirse o insanı hiç tanımamış gibi davranın.
“Sen çok mu beceriyorsun?” derseniz… Henüz kendi söküğünü dikememiş biri olarak söylüyorum: Beraber başaracağız. Yeter ki alfabeyi çözüp aynı dili öğrenelim. Ki düşmanlarımızı tanıyalım ve birlikte mücadele edebilelim.
Sosyal medya ve insanların kölesi olmaktan çıkıp, hayatımızı kendi doğrularımızla yaşayabilelim. Sosyal medya bu anlamda bir amaç değil; bu yolda işimizi kolaylaştıran bir araç olsun.
Can sıkıcı bir konu olsa da farkındalık dolu bir yazı içeriği hazırlamaya çalıştım. Umarım hepimiz bu virüsleri de bir an önce atlatırız.
Sağlıklı günler dilerim.