Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımı ziyarete gitmek üzere otobüse bindim. Önümdeki koltuklardan birinde küçük bir çocuk heyecanla dışarıyı bakarak bağırdı: “Bak baba, çiçekler ne güzel açmış!”
Yanındaki baba başını kaldırmadan telefona bakmaya devam etti ve yalnızca, “Görüyorum,” diye mırıldandı. İçimden ne duyarsız bir baba diye geçirdim. Halbuki çocuk heyecanla, gözleri ışıl ışıl sevinç duygusunu paylaşmak istemişti ama o karşılığı alamadı.
Yine aynı gün eve döndüğümde kızımı ders çalışmasını umduğum bir zamanda koltukta uzanmış, hiçbir şey yapmadan tavana bakarken gördüm. İçimden bir başka yargı daha yükseldi. Boş boş yatıyor, ne kadar tembelce diye düşündüm. Ve sonra bir an durdum. Bu yargılar neden bu kadar sertti? Bu tepkilerin asıl muhatabı gerçekten onlar mıydı? Yoksa kendime mi bakıyordum?
Bilinçdışının Sessiz Sahibi Gölgelerimiz:
Psikanalist Carl Gustav Jung’un literatüre kazandırdığı “gölge” kavramı, bireyin bilinçdışında bastırdığı, kabul etmek istemediği, “kötü” olarak etiketlediği yönlerinin toplamıdır. Jung’a göre bu gölge, yalnızca karanlık eğilimlerimizi değil, potansiyelimizi de içinde taşır. Üretkenliğimiz, cesaretimiz, sezgilerimiz gibi kabul etmeye korktuğumuz “ışık” yönlerimiz de bu bilinçdışı bölgeye itilebilir. Freud ise bu bastırılan yönlerin dış dünyaya projeksiyon yoluyla yansıtıldığını söyler. Yani biz, içimizde kabul edemediğimiz ne varsa, onu başkalarında görmeye başlarız ve çoğu zaman yargılarız. Ben, içten içe “yetersiz bir ebeveyn” olduğum korkusunu başka bir babaya yansıtmıştım. Kızımı yargılarken de belki kendi durmaya olan ihtiyacımı reddediyordum.
Peki bu gölgeler nerelerde gizleniyor?
Gölgeler kendini her zaman açıkça göstermez. Onu görmek için siz bazı ipuçları vermek istiyorum:
- Yargılarımızın İzinde
Bir davranışı veya kişiyi abartılı biçimde eleştiriyorsak, orada gölgemiz olabilir. Kendimizde görmek istemediğimiz bir özellik başkasında karşımıza çıktığında, tahammülsüzlüğümüz artar. - Yoğun Duygular
Kıskançlık, öfke, utanç, iğrenme gibi yoğun tepkiler veriyorsak, bu duygular bastırılmış bir yaraya temas ediyor olabilir. Bir danışanım, iş arkadaşlarının başarılarını sosyal medyada paylaşmasına öfke duyuyordu. “Ne var yani? Herkes işini yapıyor. Şov yapıyorlar, çok yüzsüzler…” dediğinde, aslında kendi çocukluğunda hiçbir zaman takdir görmemiş bir çocuk konuşuyordu sanki. Danışanım anne babasından onay, övgü, takdir görememişti. Bu eksiklik de başkalarının övülmesini sindirememesine neden oluyordu.
Unutmayın, gölge yalnızca karanlık değildir. Jung’un Aion adlı eserinde belirttiği gibi:
“Gölge sadece ahlaki açıdan ayıplanan eğilimlerden oluşmaz; aynı zamanda yaratıcı dürtüler, gerçekçi içgörüler ve sağlıklı içgüdüler gibi olumlu özellikleri de içinde barındırır.”
Yani gölgemizi keşfederken sadece “kusurlarımızı” değil, “gizli hazinelerimizi” de ortaya çıkarırız. Bastırdığımız üretkenliğimiz, hayır diyebilme gücümüz, asi yanımız veya sezgisel bilgeliğimiz orada bekliyor olabilir. Gölgeyle Entegrasyon kendini bütünleme halidir. Yani gölgeyle yüzleşmek, onunla savaşmak değil; onu anlamak, tanımak ve bilince entegre etmektir. Bu süreç derin bir öz farkındalık gerektirir. Yargılamaktan çok gözlemlemeyi içerir ve kendimize dürüstçe bakabilme cesaretini ister yani yargılarımızın aynasında kendimizi görmek demektir.
Peki nasıl başlanır?
- Kendine şu soruları sorabilirsin:
- Neleri kolayca yargılıyorum?
- Hangi davranışlar beni aşırı rahatsız ediyor?
- Hangi güçlü tepkilerimin altında eski bir yaradan gelen bir tetikleme olabilir?
Günlük tutmak, meditasyon, iç gözlem egzersizleri ve özellikle profesyonel gölge çalışmaları bu süreçte çok etkili olabilir. Gölgeyle yüzleşmek, kendimizin “eksik”, “kusurlu” veya “karanlık” yanlarını reddetmek yerine, onları insan olmanın doğal parçaları olarak kabul etmektir. Bu kabul bizi daha mütevazı, daha empatik ve daha özgür bireyler haline getirir. Çünkü ancak gölgelerimizi kabul ettiğimizde, ışığımızı tam anlamıyla yaşayabiliriz.