Birçoğumuz psikolojiyi yalnızca terapi odalarına, kriz anlarına ya da travmalara dair zannederiz. Oysa psikoloji; yeni bir güne uyandığımızda, kahvemizi içerken içimizde beliren o histe, beklenmedik bir tartışmanın içinde kaldığımız bir anda ya da akşam baş ucumuza bıraktığımız bir kitaptaki cümlede…Yani hayatımızın tamda merkezinde yer alır.
Günlük hayat, aslında en doğal haliyle bize düşünce yapımızı ve davranış tarzımızı izleyebileceğimiz bir alan sunar. Ancak bu alanı çoğu zaman kolayca farkına varamayabiliriz. Çünkü zihnimiz ya yaşanmamış bir keşkede ya da geleceğe dair bir beklenti içerisindedir. Geriye dönüp baktığımızda ise ne yazık ki “şimdi”nin kaybını yaşarız.
Bir psikolog olarak danışanlarıma çoğu zaman terapide şunu söylerim: “Hayat sadece büyük kırılma anlarından değil, farkında olmadan geçtiğimiz küçük anlardan da oluşur.” Ve çoğu zaman o küçük anlara ışık tuttuğumuzda, büyük değişimlerin kendiliğinden başladığını görürüz.
Peki siz güne başlarken ilk düşünceniz ne oluyor? Kendinize mi yöneliyorsunuz, yoksa başkalarına mı? Gün içinde kaç kez derin bir nefes alıyorsunuz? Hangi anlarda iç sesiniz dostça, hangi anlarda yargılayıcı oluyor?
İşte bu sorular, psikolojik farkındalığın kapısını aralayan sorulardır. Bu farkındalık yalnızca ruhsal iyilik halini artırmakla kalmaz, ilişkilerimizi güçlendirir ve kendimizi keşfetmemize yardımcı olur.
Psikoloji sadece çözüm aramak değildir; bazen sadece fark etmeye çalışmaktır. Kendimizi, bir başkasını, içinde bulunduğumuz anı… Ve belki de en önemlisi, yavaşlamayı öğrenmektir.
Şunu unutmayalım: Kendimize gösterdiğimiz nezaket, dış dünyayla kurduğumuz ilişkilerin temelini oluşturur. Ve bu nezaket, en çok da kendimize farkındalıkla yaklaştığımız anlarda başlar.
O yüzden bu yazıyı okuduktan sonra, belki sadece bir dakikanızı ayırıp kendinize şunu sorabilirsiniz: “Ben bugün nasıl hissediyorum?” İşte bu soru, bazen bütün günün ritmini değiştirebilir.