İlişkiler, çoğu zaman iki kişinin el ele tutuştuğu, birlikte yürüdüğü bir yolculuk gibi anlatılır. Ancak gerçekte bu yolculuğun dengeli ilerlemesi her zaman kolay değildir. Çünkü bazen yolun yükünü iki kişi paylaşmaz; biri daha çok çeker, diğeri daha rahat yürür. İşte bu görünmez yükler, yani fark edilmeyen sorumluluklar, ilişkilerin en sinsi yıpratıcılarından biridir.
Psikolojide “duygusal emek” diye geçen bu kavram, ilişkilerin arka planında sürekli çalışan bir mekanizmadır. Bir taraf her detayı düşünür, plan yapar, olası sorunları önceden görür ve çözmeye uğraşır. Öte yandan diğer taraf, çoğu zaman bu emeğin farkında bile değildir. Dışarıdan bakıldığında ilişki sorunsuz görünür, ama içten içe bir dengesizlik oluşur. Çünkü sevgi yalnızca hissetmekle değil, çabayı da görmekle değer kazanır.
Bunu daha iyi anlamak için küçük bir örnek düşünelim: Bir evde misafir ağırlanacak. Çaydanlığın kaynamasından sofranın hazırlanmasına, evin toplanmasından misafire gülümsemeye kadar onlarca küçük iş vardır. Çoğu zaman bunların büyük kısmı tek bir kişinin omuzlarına yüklenir. Misafirler geldiğinde herkes keyifli görünür, ama içten içe o kişi “her şeyi ben üstlendim” duygusuyla yorulmuştur. İşte ilişkiler de tıpkı bu misafir ağırlamaya benzer; görünmez işler ve sorumluluklar çoğunlukla tek tarafın omuzlarında kalır.
Danışmanlık sürecinde sıkça duyduğum cümleler arasında “O hiç düşünmüyor, hep ben düşünüyorum” ya da “Ben olmasam hiçbir şey ilerlemeyecek” vardır. Bu sözler, ilişkide bir tarafın görünmez yükleri sessizce taşıdığının en net göstergesidir. Üstelik bu yükler yıllar içinde birikir; hafif kırgınlıklar zamanla derin yaralara dönüşür. Çünkü insan ruhu yalnızca sevilmek değil, aynı zamanda yükünün fark edilmesini ve paylaşılmasını ister.
Metaforla ifade edecek olursak: Bir bahçeyi sulayan iki kişi düşünün. Eğer sadece biri hortumu eline alıyor, yabani otları temizliyor, çiçekleri buduyorsa, bahçe güzelleşir ama o kişi bir noktada yorulmaya başlar. Diğer kişi ise çiçeklerin güzelliğini seyretmekle yetiniyorsa, zamanla aradaki eşitsizlik ilişkiyi kırılgan hale getirir. Çünkü sevgi sadece seyretmekle değil, emek vermekle büyür.
İlişkilerde en çok yanlış anlaşılan nokta şudur: Çabayı dile getirmek, karşı tarafı suçlamak değildir. Aksine, “Ben de görülmek istiyorum” demektir. Ne yazık ki birçok kişi bu cümleyi kurmaktan çekinir; ya karşısındakini kırarım diye susar ya da “Zaten anlamıyor, söylemenin faydası yok” diye içine atar. Oysa görünmez yükleri görünür kılmanın tek yolu, samimiyetle konuşmaktır. Çünkü yükü paylaşmanın ilk adımı, yükün varlığını kabul etmektir.
Buradan hepimize düşen bir soru var: “Bu ilişkide sadece seviliyor muyum, yoksa aynı zamanda yüküm de paylaşılıyor mu?” Bu sorunun cevabı, ilişkinin geleceğini belirleyen en güçlü göstergelerden biridir. Eğer cevap çoğu zaman “Hayır” ise, değişim talep etmenin, yükleri paylaşmanın zamanı gelmiş demektir. Çünkü hiçbir sevgi, tek tarafın sırtında ağırlaşan bir yükle uzun süre ayakta kalamaz.
Sonuçta ilişkiler bir yarış değil, bir ortaklıktır. Kim daha çok yoruluyor değil, kim birbirinin çabasını daha çok görüyor sorusu önemlidir. Görmek, fark etmek, emeği paylaşmak… İşte kalıcı sevginin gerçek sırrı budur. Ve belki de ilişkilerde en büyük lüks, tek başına taşımak zorunda kalmadığımız yüklerdir.