Renklerin Huzursuz Ahengi ve İnsan
Renklerin uyumu bazen gökkuşağının sevinci kadar parlak, bazen de tek bir siyahın sessizliği kadar sakindir. İnsan, doğanın renklerine bakarken aslında kendi iç âleminin tonlarını seyreder. Gökyüzünün mavisi, toprağın kahverengisi, ağaçların yeşili… Hepsi, ruhumuzun farklı hâllerine denk düşer.
Evimizin dekorundan giydiğimiz kıyafetlere, çalışma alanımızdan hayata bakışımıza kadar her şey, içimizde taşıdığımız görünmez renk kartelasının dışa yansımasıdır. Çünkü insan, hangi renkte huzur buluyorsa dünyayı da o renkle yorumlar.
Kâinat, elleri boyaya bulanmış bir çocuğun sevinçle savurduğu renkler kadar masumdur. Kimi bu sahnede dağınıklık görür, kimi bir mucizenin habercisini. İnsan, gördüğünden çok görmek istediğini seçer.
Bazen içimizdeki manzarayı korumak için görünmeyen sınırlar çizeriz. Doğruyu görmek isterken yanlışa sapar, yanlışı reddederken doğruyu ıskalarız. Kırgınlıklarımız, korkularımız ve heveslerimiz, renklerin doğal geçişlerini bozar; ortaya kimsenin anlam veremediği bulanık manzaralar çıkarır.
Oysa en sade renk bile hakikate dayanıyorsa insanı güzelleştirir. Hakikatsiz renk ise ne kadar parlak olursa olsun göz yorar, gönül yıpratır.
İnsanın Rengi ve Hakikatin Değişmeyen Tonu
Peki… Senin rengin hangisi?
Bu soru, dış görünüşle değil, iç hakikatle ilgili bir çağrıdır. İnsanın gerçek rengi, sevdiği çiçekte değil, vicdanının hangi tonla konuştuğundadır.
Doğru ve yanlış…
Kimi zaman insanlara göre değişir gibi görünse de aslında hakikatte renkleri nettir. Doğru nur gibidir, değişmez; yanlış karanlık gibidir, gölgesi hep aynıdır.
Bir kişinin yanlışa doğru demesi, karanlık bir duvara “beyaz” yazmaktan farksızdır. Tabelayı değiştirmek, duvarı değiştirmez. Hakikat, insanların ne dediğine göre değil, Allah’ın koyduğu ölçüye göre değer kazanır.
Ben mor menekşeyi severim, sen gülü seversin; ikisi de güzelliktir, saygı duyulur. Ama ben yalanı masum, aldatmayı haklı, hileyi zararsız görürsem; sen buna “saygı duyulur” dersen, işte o an renkler birbirine çarpar ve uyum kaybolur. Ortaya çıkan manzara, sesin, sözün ve vicdanın karıştığı bir kaos tablosudur.
Her rengin bir sınırı, her çizginin bir kenarı vardır. İnsan, kendi levhasını çizerken sayfanın dışına taşırmamalı; çünkü taşan her renk, bir başkasının gönlünü kirletir. Kirlenen gönül kolay temizlenmez.
Bu yüzden insanın bir rengi olmalı; renk cümbüşü değil. Bir manzarası olmalı; yalın, berrak, özü görünen… Çünkü güzellik çoğu zaman renkten değil, renge karakter veren duruştan doğar…
Yolunuz gül renginde, gül kokusunda olsun her daim.
















