Allah’ın yarattığı en güzel, özel, en şereflisi olan insanlık ırkının başrollerini üstlenen “kadın”, yüzyıllar boyunca, dünyanın ilk kuruluşundan günümüze kadar süre gelen zaman diliminde savaşlarda, taht oyunlarında önemli rol almış canlılardır.
Yaşamın bir parçası mı?
Allah’ın bir lütfu mu?
Kimine göre değersiz görülen bu canlılar, yeri doldurulamayacak kadar değerlidir. Hakkında nice şiirler, destanlar, kahramanlıklar yazılan; bir o kadar da yanlış bakış açısıyla yetiştirilen, bir sonraki nesillerin eylem ve hareketlerine maruz kalan savunmasız canlılardır.
Elbette Allah, insanı en güzel surette yaratmıştır. Kadını da erkeğin kaburgasından, yani bir parçasından yaratmıştır. Müslüman âleminde, Türk töresinde “Cennet annelerin ayağı altındadır.” (Nesâî, Cihad, 6) hadisi şerifi ile değerini bilmektedirler. Fakat son dönemlerde kadınlara karşı çok ciddi bir acımasızlık, gaddarlık ve elzem sonuçlar oluşturan hadiseler meydana gelmektedir.
Bu durum yine gelişim sürecinden meydana geliyor. Daha önce yazmış olduğum yazılarımda belirttiğim üzere hayatın akışını, yeni kuşakların eğitimi ve gelişimi büyük önem taşıyor. Kadın olmak zor. Bu tanıya bir kadın gözüyle baktığım için diyorum. Kadın; anadır, eştir, arkadaştır, kısaca hayata dair her şeydir. Kadın hem kalem, hem silahtır. Ona nasıl baktığın karar verir. Kalem olarak bakarsan seni ipten de alır; silah olarak bakarsan seni ipe de götürür.
Kadınlar; ilgi, saygı ve değer bekleyen narin canlılardır. Örneğin; bir derdin var, içini dökmek, rahatlamak, konuşmak istiyorsun. Babanın dizinin üzerine başını koyup dertleşemezsin. Anne gibi yaklaşamaz, derdini dertlenir ama anne duygusal olduğu için seni teselli etmeye çalışır. Peki baba? “Tamam, hallederiz. Sabah olsun bakarız.” diyerek konuyu uzatmaz. Hâlbuki senin ağlamaya ihtiyacın vardır. Saçının okşanmasına ihtiyacın vardır. Bu duyguyu baba da göremezsin çünkü erkeğin doğasında bir ağırlık baskın olur.
Allah, kadını en güzel biçimde ve üstün olarak yaratmış. Cahiliye döneminde maalesef kadınlar bir insan olarak değil, sanki erkekler için yaratılmış değersiz bir varlık olarak görülüyordu. Tabii her dönemin bir cahiliye dönemi var. Milenyum çağındayız ve hâlâ kadını bir obje olarak görmeyi tercih eden cahiliye nesilleri yetiştiriliyor, maalesef.
Üzerine basa basa söylüyorum, daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere cahiliyelik, yeni nesil kuşakların aile bireyleri tarafından eğitilememesinden doğan ve bu hata yine yüzyıllar sürecek ve hiç değişmeyecek bir yaşam tarzı hâline gelmiş olması ne yazık ki üzücü bir durum.
Anlaşılacağı üzere ilk eğitim elbette evde başlar. Tâbi bu eğitimi layıkıyla yerine getiren ebeveynler var. Bu noktada zayıf olan kısım; annenin veya kadının evdeki kurallarına saygı duyulmayıp desteklenmediği için, yetişen nesil, ilk eğitimi evde alan kuşak, annenin vermiş olduğu eğitimi sabote ederek, nefsin ve “ergen tavırlar” diye tabir ettiğimiz saygısızlık ve cahillik düşüncesi baskın oluyor.
Baba, anneyi desteklese; onun kararlarına saygı duyarak, hayata yetiştirilmeye çalıştıkları yeni nesil kuşağı da aynı zamanda kendi desteğini de katsa, birçok şey değişir. Peki bu süreçte kaçımız böyle davranıyoruz? “İnsan beşer, elbet şaşar.” deyiminin arkasına sığınarak mı hatalarımızı hafifletiyoruz? Maalesef, ne yazık ki böyle yapılıyor.
Yani günümüz neslinin düşünce yapısı ve hareket tarzlarını göz önünde bulundurursak ve tarihin geçmişine dönüp aile ilişkileri hakkında biraz araştırma yaparsak, bu farkı görebiliriz. Peki bu ne demek? Öz Türk kültüründe kadına duyulan saygı ve değer de içerisinde barındırılıyor.
Y kuşağı, Z kuşağı diye tabir edilen yeni nesil kuşaklar, ne üzücü bir durumdur ki IQ’su 130’un altında kalan ve bu hayatı benimseyerek yaşayan sınıf içerisinde yer alacak. Bu döngü böyle gitmez elbet. Ta ki ortak kararların alındığı, saygının ve sevginin oluştuğu bir ortamda büyüyen nesiller yetişene kadar…
Çok sevdiğim bir sözü belirtmek istiyorum:
“Karakteri kötü olan kadınlar iyi adamların evinde sefa sürerken; karakteri güzel olan kadınlar kötü adamların evinin balkonundan gökyüzünü izlerler.”
Görücü usulü diye evlilik akdi var. Bu gelenek sadece Türklere özgü bir durumdur. Görücü usulü evlilikler toplumda sık rastlanan evlilik türlerindendir ve yapılan araştırmalara göre Türkiye’deki en yaygın evlenme şeklidir. Aşkın ötelendiği (en az bir taraf için) ve mantığın öne çıkarıldığı bu tür evliliklerde, aile büyüklerinin veya aracıların rolü oldukça büyüktür. Çünkü aracılar (elçiler), evlenecek çiftler adına sorumluluk almakta ve iki tarafı bir araya getirmektedir.
Görücü usulü evliliklerin gelenek boyutu da ihmal edilmemelidir. Özellikle kapalı toplumlarda en geçerli evlilik şekli, görücü usulü evliliklerdir. Çünkü kadın ve erkeğin birbirini tanıma imkânının olmadığı yerlerde, doğal olarak görücülük uygulaması gelişir. Nitekim bu tarz evlilik, hayatı kapalı bir kutu hâline getirdiği gibi gelecek nesilleri de böylelikle etkiliyor.
Bana göre “Kadınlar”, kadın olduklarını, kadınlığını seçme ve seçilme hakkına sahip olduktan sonra benimsediklerine inanıyorum. Umarım gelecek nesiller için kadın kadınlığını, adam adamlığını bilerek ve her iki bireyin güçlerini birleştirerek yeni hayatlar ve yaşanılır bir dünya kurmaya güçleri olduklarını benimseyeceklerdir.
Kadının gücü asla hafife alınmamalı. Kadın, çok fonksiyonlu düşünme yeteneğine sahip canlılardır. Erkekler ise merkez odaklı düşünce yapısına sahip canlılardır. O yüzdendir ki iki cinsiyet arasında çok fark vardır. Erkekler bedeni kuvvet ile üstün olsalar da, kadınlar üstün düşünce yeteneği ile başarılıdırlar.
Her iki bireyin anlayış ve hoşgörü içerisinde olmaları; çevre, eşraf ve buna şahit olan yeni nesiller için örnek bir davranış olabilir. Kişi, hayatının içerisine biraz sevgi, bir tutam saygı ve anlayış iksirlerinden karıştırırsa, hayalini kurduğu dünyayı yaşanabilir hâle getirir.