İnsan özünden korkar mı? Hayat kimi zaman çılgınlıktır. Yapılamayanı yapmak, düşünülmeyeni düşünmektir. Delilik, ruhun içine sızan ışık gibidir. Bastırılmış duyguların açığa çıkma halidir. Hayat her şeyi mantığa sığdırsa da bazı boşluklar bırakır hayatın varlığında. Bilmeyeni bulmaya çalışmak, kargaşayı anlamlandırma çabasıdır; normallik kimi zaman. Peki, normallik dediğimiz durum kimine ve neye göredir aslında? Peki, normal kimine göre de anormallik olma durumu da olabilir bakıldığında. Bunu aslında hayata tutunma biçimimiz ve amaçlarımız belirler. Normallik de kişiden kişiye değişkenlik gösterir. İnsan kendinde saklı durduğunu inkâr eder genelde. Korktuğun tarafın reddidir bu genelinde. Gizli tarafı ne kadar reddeder ise insan, o derece bu karanlık alan yüzeye çıkmaya çalışır. Bu gölgeli yanını görmemeyi tercih eder kimi zaman. Kimine göre sessizliktir normallik, kimine göre hareket; kimine göre dağınıklıktır normallik, kimine göre düzen. Herkesin kendi iç ritmi farklılık gösterir. İnsanın normali de değişkenlik gösterir, inişler çıkışları içinde evrilir. Peki, bu akış içinde geçirdiğin ve belki de görmezden geldiğin hayatın nerede durur ki normallik? Belki de kendi normallerinden uzaklaştığının belirtisidir. Bir birey düşünün ki, hayatının akışı içinde kendine hiç şans tanımadığını ve hayallerini ertelediğini. Hayatındaki herkes için düşünen birisi, bir bakmış ki kendi hayatını ve gerçekliğini göz ardı ettiğini. Hayat ve zaman geçmişse o kişi için yaşamı yakalamak için daha az zamana ve daha kısıtlı deneyimlerle yol kat etmesi gerekecektir. Bu belki başkalarına göre delilik gibi görünse de belki de bu o kişinin yaşaması gereken normalidir; hayallerini gerçekleştirme isteğidir.
Beethoven 40 yaşında sağır olmuş, işitme duyusunu kaybetmiştir. Fakat ne kadar ilginçtir ki, en ünlü eserleri olan 7’nci, 8’inci ve 9’uncu senfonilerini kaleme almıştır. Ünlü sanatçı yaşamının son yıllarında eser vermeye çalışırken ağır sağlık problemleri yaşamıştır. Bu da belki de herkesin delilik olarak gördüğü bir durumu, o normali olarak yaşamıştır.
Bastırılmış duygular hiçbir zaman susmaz, sadece sessize alır kendini. Hisler bir süreliğine kapatır kimliğini. Bu sıkıştırılmış duygular gün yüzüne çıkmayı bekler. İşte gerçek dönüşüm de burada başlar. İnsan özgürlüğünü bu duygularını kabul ettiğinde yaşar. Adı konmamış sıkıştırılmış duygular gün yüzüne çıkmak için insanı yorar ve zorlar. Onu kabul ettiğinde varlığını yaşar. Bu, kalıpların dışında yaşama arzusudur. Bir kişi düşünün ki, hayatında düzenini kurmuş, bir yuva kurmuş, şehirde hayatını yaşıyor olmuş olsun. Fakat şehrin karmaşasından ve gürültüsünden uzaklaşmak istemesi durumunda tüm rahat olan hayat şartlarını elinin tersiyle iterek sayfiye bir yere taşınmak istediğinde ve burada hayatının düzenini kurmak istemesi çevresinde belki de delilik gibi karşılanması da olasıdır. Oysa bu durum o kişinin normalidir. Hayatının akışını başka yöne doğru yöneltmiştir.
Peki, deliliğe engel olmak yerine onu kabul etmek neden olmasın ki? Hiçbir şey için geç değildir çünkü. Ünlü yazar Ursula K. Le Guin… Edebiyat dünyasındaki önemli isimlere ilham kaynağı olan bu efsanevi ismin eserlerini çok genç yaşlarda yazdığını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz! 37 yaşında ilk kitabını bastırmıştır. Bir diğer isimse J.R.R. Tolkien; Elfler, Orklar, Hobbitler… Bu hayali ırklara Orta Dünya’dan aşinayız. Ve J.R.R. Tolkien, ilk romanı Hobbit yayımlandığında 45 yaşındaydı. Yüzüklerin Efendisi okuyucuyla buluştuğunda ise Tolkien 63 yaşındaydı. Yaşından dolayı böyle bir işe kalkışmak istemeseydi bugün bu eserleri okuyamayacak ve bu eserlerin dünyasında buluşur olamayacaktık.
Sıkıştırılmış duygular bir gün bir çatlak bulup o yarıktan çıkmak isterler. Fikirleriyle beslenmek, hareketle eyleme geçmeyi ve kendini bulmayı ister. Belki de delilik gibi görünen, o kişinin normali de olabilmektedir. Hayat mantıkla örülmek istense de anlamsızlıkları anlamlandırmaya çalışır. Yaşamın içinde mantık, düzensizliğe kılıflar bulma çabasındadır. Kurallarla bu düzensizliği düzenlemeye çalışır. Geçmişin zincirlerini kırmak gerek kimi zaman. Bazen de kendi normalini kurmak gerekir; bazılarının delilik olarak atfettiği durumlar. Çünkü bu hayat sadece sizin ve hayatınızı ne şekilde biçimlendirmek istediğiniz yine sizin elinizdedir. Delilik, bir zayıflıktan ötedir; bilinmeyeni keşfetmedir. Kaosun içinden çıkıp kendi normalimize ulaşmadır.
Dışarıya sızmaya çalışan bu ışık, eylemlerle kendini meydana getirendir. Gerçek iyileşme aslında kendi özünle yüzleşmedir. Delilik diye adlandırılan kalıpların dışındaki bir eylemdir. Mantıkla örülemese de kendini cesaretle gerçekleştirendir. Bir kişi düşünün ki, erken yaşta evlenmiş olsun; yuvasını kurmuş, çocukları olmuş, torunlarını bile görmüş olsun. Fakat bu kişinin içinde hep okuma arzusu saklı olsun. En kuytularında saklanmış olan bu duyguyu yenemeyen bu kişinin okumayla kendini gerçekleştirmek istemesi, okuyup öğrenme açlığını doyurmak istemesi de o kişinin normalidir. Bu kişi aslında kendi normalliğini yaşamış olması doğal değil midir? Yaşı büyük olsa da okuma aşkını doyurması kadar doğal ne olabilir ki? Kişi eğitimden sonrasında bir meslekte iş sahibi olamasa bile kendi duygu dünyasını doyurmuş oluyor; içsel rahatlığına ve içinde ukde kalan duygularını beslemiş olması, bu kişinin kendini gerçekleştirmesinde ne çok değerlidir.
Kendi özüne yaklaşmaktır delilik. Mantığa oturtulmaya çalışılsa da yaşamda bu yerleşmeye sığmayan bazı parçalar vardır. Sıkıştırılmış duyguların kendini gerçekleştirmek istemesi de olasıdır. Belki bir kaosla kendini gösterecektir. Oysa delilik karmaşayı olduğu gibi kabul etmedir; onunla yaşamayı öğrenmedir. Delilik, kendinle yüzleşmedir; içsel dünyanı görmedir.
Delilik bir çılgınlık gibi görülse de saklı düşüncelerine şans vermektir. Yolun ilerisini hiç kimse bilemez elbet. Fakat hayatınızı yaşamak kendi elimizdeyse buna başkalarının ne düşündüğü ya da ne söyleyecekleri göz ardı edilmelidir. Yaşam hakkımız sadece Yaradan’ın elindedir. Bunun içindir ki sizin gerçekliğinizi bilendir; hesabınız ya da sevdiklerinizle yol aldığınızda içinizdeki sorulara vereceğiniz gerçek cevaplarınız önemlidir. Ruhunuzun derininde nefes almasına izin vermektir. Önünü kapadığınız hayallerinizin önünü açmayı bilmedir. Hayat ıskalanmayacak kadar kısadır. Onu ne derece kendiniz gibi yaşayacağınız ise yine sizinle bağlantılıdır. Yaşamla kurduğun bağ kadar tutunursunuz hayatınıza. Hayatı anlamlı kılansa amaçlarınız ve hedeflerinizdir aslında. Zaman bekletilmeye gelmez; hayat, siz istemediğiniz sürece sizi üzemez… Hayallerinizi yaşamak ve hedeflerinize ulaşmak belki de bir adım ötenizdedir ve sizin sadece ona adım atmanızı beklemektedir.


















