Kalabalık bir AVM’nin ikinci katında ağlayarak dolanıyor genç kadın. Sağa sola sesleniyor:
“Erool!”
Onu görenler başlarını şöyle bir çevirip ürkerek bakıyor. Kimi yanından aldırmadan geçerken, kimi birkaç adım geri çekilip izliyor. Yardıma ihtiyacı olan genç kadına hiç kimse derdinin ne olduğunu sormuyor, ama birini kaybettiği belli. Ona rağmen kimse yardım elini uzatmıyor; ancak kadın da kayıtsız kalabalığa. İstemsizce salıverdiği gözyaşlarını öfke ve keder karışımı bir duyguyla elinin tersiyle silip, hızlı adımlarla yürüyen merdivenlere yöneliyor.
“Erool!” Atkısı boynundan sallanarak merdivenin başına geliyor, ama kararsız. Aşağıya mı inse, yukarı mı çıksa?
Atkısından rahatsız olup boynunu saran kumaş parçasını çekip yere atıyor.
“Erooll!” Onun ne yapacağını kestiremeyen, arkasında sıraya girmiş AVM yorgunları homurdanıyor. Kalın dudaklı genç bir kız,
“Çekil de binelim,” diyor ağzını yayarak. Kadın sinirleniyor. Kızın botokstan kalkmış kaşlarına, dümdüz alnına, dolgulu yanaklarına iğrenerek bakıp kızın yüzüne haykırıyor:
“Erool!” Kız suratını ekşitmeye çalışıyor ama pörtlemiş gözleri yüzünden bön bön baktığı sanılıyor. Kadın kenara çekilirken, sıraya girmiş pek çok kişi merdivende yerini alıyor ve telaşını önemsemedikleri kadını es geçip üst kata çıkıyorlar. Kadın hâlâ kararsız. Bazen alt kata bakıyor eğilerek, bazen üst kata uzatıyor başını. Ama aradığını bulamıyor bir türlü. Adını sayıkladığı her kimse ortalarda yok. Dayanamayıp bir çığlık daha atıyor:
“Erool!” Genç kadının haykırışları AVM’yi turlayanların kulaklarına ulaşmıyor. Kadının suratına, hafızalarına kazımak ister gibi bakıp onun dehşet saçan gözleriyle karşılaştıkları anda başlarını çevirip uzaklaşıyorlar. Genç kadının umurunda değil. Çevresinde tam tur atıp yeniden bağırıyor:
“Erool!” Sonunda bir güvenlik görevlisi geliyor. Kadın, umudun resmi kıyafetli birinde olduğundan emin, gözleri ışıyarak:
“Kocam kayıp,” diyor. Güvenlik görevlisi, esmer çıtı pıtı bir hanım. Güler yüzlü ve anlayışlı bir tavırla:
“Biliyorum,” diyor. “Gelin benimle.” Genç kadının yüzü endişeden sıyrılıp aydınlanıyor.
“Kocamı buldunuz mu?” Kadın, güvenlik görevlisi başını yere eğip kadının koluna giriyor. Uzaktan bakanlar, kulağına bir şey fısıldadığını görüyor. Sonra ikisi birlikte asansöre doğru yürüyor. Kocası kayıp olan kadın neşe saçıyor, neredeyse zıplıyor yerinde. Ara sıra el bile çırpıyor.
“Erol bulundu. Nihayet.” Asansöre binip gözden kayboluyorlar. Arkamdaki beyefendi:
“Gittiler mi?” diye soruyor.
“Gittiler,” diyorum iç çekerek. Beyefendi:
“İki yıldır her hafta Salı günü aynı saatte aynı şeyi yaşamak zorunda kalıyoruz,” diyor. “Bu durum ne zamana kadar sürecek?” Mağazaların vitrinlerine bakarak ilerleyen gezginleri seyrediyorum.
“Kocasını bulana dek sürecek galiba.” Beyefendi:
“Kaybolmadı ki!” diye tepki veriyor. Kollarımı göğsümde kavuşturuyorum.
“Her hafta aynı saatte, kocasının gözleri önünde öldürüldüğü yere gelip ağlayarak onu araması; gerçeklerle yüzleşmekten korktuğunun, hatta gerçeği kabullenmekte zorlandığının göstergesiymiş.”
“Peki, doktorunun güvenlik görevlisi kılığında gelmesinin sebebi ne?”
“İlk zamanlar sağlık ekipleri geldiğinde tepkisi daha sert oluyordu. İntihara bile kalkıştı. Onu intihardan bir güvenlik görevlisi kurtardı. Şu an sadece güvenlik görevlilerine güveniyor.” Beyefendi de üzgün:
“Zavallı kadın! Desene, aslında kendini kaybetmiş.” Derin bir iç çekiyorum.
“Kendini bulursa, kocasını da bulacak.”