Sevgili okuyucular, günümüzde insanların giderek yalnızlaştığını gözlemliyorum. Kapitalizmin egemenliği altında yaşadığımız için toplum, bireyleri dış başarı ölçütlerine göre değerlendiriyor. İyi bir eğitim almışsak, prestijli bir üniversiteden mezun olmuşsak, popüler bir mesleğe ve yüksek gelire sahipsek, birden fazla evimiz, lüks bir arabamız ve marka giysilerimiz varsa çevremizde parmakla gösterilen kişiler hâline geliyoruz. Çağımızda değer yargıları kökten değişti. Artık insana iç dünyasının zenginliğiyle değil; sahip olduklarıyla değer veriliyor. Sevgi, sadakat, vefa, kanaat ve ahlakın yerini; para, güç, şöhret, kariyer ve itibar aldı.
Kapitalizmin zehirlediği, paranın ilahlaştırıldığı bu düzende bireylerin de nasibini alması kaçınılmaz oldu. Arkadaşlıkların arasına bile çıkar ilişkileri girdi. İnsanlar, menfaatlerine uygun ve maddi hedeflerine ulaşmalarını kolaylaştıracak kişileri tercih etmeye başladı. Bunun sonucunda güven ortamı çöktü; insanlar sahip olduklarını kaybetme korkusuyla çevresindeki herkesten şüphe eder hâle geldi.
Sistem, bireyleri dış başarı ölçütlerini yerine getirmeye programladı. İnsanlar adeta bir yarışmadaki daha çok kazanmaya ve tüketmeye odaklanarak ömürlerini harcıyor. Çoğu, kim olduğunu keşfetmeden, kendini tanımadan bu dünyadan göçüp gidiyor. Dünya boşa harcanmış hayatlarla dolu. Bugün evlerimizi eşyayla doldurmaktan haz duyuyoruz. İşin en trajik yanı, bunları özgür irademizle yaptığımızı sanmamız. Oysa sistemin zihnimize ektiği ihtiras tohumlarıyla ihtiyacımızdan fazlasını tüketiyoruz. Çoğunluk, reklamların ve medyanın etkisiyle yönlendirildiğini fark etmiyor.
Peki, bu noktaya nasıl geldik? Bence, varoluş kaygılarımızın üstesinden gelemediğimiz için. Ölüm ve yok olma korkumuz, sistemin bizi sahip olmaya programlaması için en uygun zemini hazırlıyor. Sonuçta insanlar kendilerinden kaçmaya başlıyor. Toplantılarda, arkadaş sohbetlerinde yüzeysel konular konuşuluyor. Erkekler güçsüz yanlarını göstermemek için zırhlarını kuşanıyor; para, siyaset, futboldan bahsedip ego yarışına giriyor. Kadınlar daha paylaşımcı görünüyor, zaman zaman duygusal paylaşımlara giriyor; ama kapitalist düzen onların ilişkilerine de ev, iş, çocuk, giysi, güzellik gibi konularda kıskançlık tohumları ekiyor.
Kişiler arası iletişimde sahte bir ilgi gözlemliyorum. Karşınızdaki sıkıldığında telefonuna bakıyor, kafa sallayarak sizi dinliyormuş gibi yapıyor. Bunu fark eden kişi de derin paylaşımlardan uzaklaşıyor. Sonuçta herkes yüzeysel sohbetlere mecbur kalıyor. Böylece toplumun çoğunluğu ‘kendinden kaçanlar’ın bir parçası oluyor. İnsan, hayatı sadece sahip olmak, tüketmek, yemek, içmek ve çoğalmaktan ibaret sanarak özüne yabancılaşıyor. Bu yabancılaşma da beraberinde doyumsuzluğu getiriyor. Ev, araba, eşya yetmiyor; telefon değiştiriliyor. Daha iyisine sahip olma dürtüsü, hayat tarzına yansıyor.
Kendinden kaçanların çoğunlukta olduğu bir sosyal ortamda farkındalık sahibi insan nefes alamaz, bunalır. Eğer siz de böyle bir ortamda boğuluyorsanız, özünüze dönüp kendinizi keşfetmenizi tavsiye ederim. Hayata bir kez geliyorsunuz. Sizi geliştirmeyen, bilgi alışverişi yapamadığınız, iç zenginliğini paylaşmayan insanlarla vaktinizi harcamayın. Ben de öyle yapıyorum.