Camide vaaza çıktığında yüreği pır pır titriyordu, zira sorular bazen cevabı bulunmaz yerlerden geliyordu. Ruhsatlardan bahsetse kolaya kaçıyorlardı, takva ehline düşeni anlatsa dinden uzaklaşırlardı. Nedir ölçü, nedir çizgi, her soruda titriyordu yüreği.
Öylesine girift, öylesine karmaşıktı ki mevzular, nasıl oluyordu da bu kadar dağınık hallere düşüyordu insanlar, anlayamıyordu.
İnsan, nefsi kuşatmasında nefessiz esaret süren aciz bir canlı. Zaman içinde doğrudan kaydığı ve kaymak istediği halleri yaşıyor. Kulun aczindendir, hatalarını küçümseyip bir açık kapı aramak. Edaları ihmal eder, kazaları erteler, kefaretleri iptal eder, nafileleri terk eder, neticede kalbinin temizliğine hükmeder.
Bizi kendi başımıza bırakmayan Rabbimiz, tam olarak neye ihtiyacımız varsa onunla hüküm verir, bizi onunla sorumlu tutar. Ne eksik ne de fazla.
Rabbim, kuluna ibadetlerde bile böylesine kolaylıklar sağlamışken, kulun kula eziyetini anlamak mümkün değil.
Hem hukuki meselelerde, hem örfi ve ahlaki konularda, hem iş ve işlevsel her mevzuda sonuç aynı. Başıboş bırakılmamışız. İnsan kendine daima anne şefkati, ele ise merhametsiz bir savcı; oysa yine ölçüler verilmiş, yine dehşete kapılacak, çıkışı bulamayacak kadar sıkıntılı bir durum ve çözümsüz bir düğüm mümkün değil.
Kitap, sünnet, icmai ümmet ve kıyası fukaha. Ne mi demek? Kur’an-ı Kerim’e bak, bulamadın, hadisi şeriflere git. Olmadı mı, ortak alınmış kararlara yönel. Orası da doyurmadıysa, fıkıh ilmi ehlinin hükümlerini incele. Bir kolaylık vardır elbet.
Ahir zamanın ahirindeyiz. Merhametler, iyi niyetler, sadakat, vefa, hoşgörü dokuz dağın arkasında, yedi başlı devin arka cebinde. En kötüsü de herkes kendini masum ve mazlum biliyor da karşı taraftaki herkes zalim birer canavar.
Elinden geleni yapıyor, hiç durmadan çalışıyor, iyilikten iyiliğe koşturuyor. Kimse bu tarifin dışında tutamaz kendini. Hak ettiği huzur, mutluluk, saadet ve refah elinden alınıyor. En iyisini, en güzelini, en kolayını hak ediyor. Bakışı bu olunca da karşı tarafa hiç merhameti olmuyor. Dümdüz geçiyor önüne ne gelirse.
“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz.” (Buhârî, İlim 11; Edeb 80) Kendin için değil sadece, etrafındaki tüm insanlar ve tüm canlılar için.
Zaman gemisinde yanında kim varsa ona karşı bu emir. İş mi yapıyorsun, o zaman; ders mi çalışıyorsun, o zaman; gurbette, hasrette, vatanda, memlekette, evde…
İnsan olan her muhatabına, yanında olan her kim varsa, ona. Yalnızken, düşünürken, koşuşturup çalışırken kendine muamele biçimin bu olmalı: Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz…
İnsan korku ve ümit arasındadır. Ölçüsü, çizgisi odur. Zorlamak, yorgunu yokuşa sürmek, düşüncesine, hissine duyarsız kalmak vebaldir.
Kendi işini görmek, rahatını muhafaza etmek için işin kolayına kaçıp gereğini yerine getirmeyen, kendinden sonrakine yüklediğinden sorumludur. Zamanı doldurup işinde işini tamamlamadan ayrılan, geriden gelenin hakkına girmiştir. Elindeki sorumlulukları yok sayan, sorun oluşturmaktan sorumludur.
Oysa insan kolaylaştırmaktan sorumludur. Azın çoğun hesabını yapmadan, ayağının altında sırat, karşısında Cennet, en aşağıda çıldırmış Cehennem olduğunu derinden hissederek hareket etmek, sağlam bir irade ve muhasebeyi kaçınılmaz kılar.
Geçimi, işi, adaleti kolaylaştıran; bereketi, sevabı, hayrı da toplar. Zira kul iyiliğin esiridir. Zahmetine el uzatanı gönül bağında saklı tutar. İnsanın insana muhtaç olduğu bu karmaşık ve dağınık dünyada, birbirine hayrı dokunanın ışığı ve ahengi etrafa yayılır. Koca sokakta herkese selam veren, herkesin işine koşan bir kadife yürek vardır. Sesi eriştiği, nefesi yetiştiği kadar koşturur. Bir kelebek kadar hafif ve kıvrak, gün ışığı kadar belirgin ve parlak devam eder. İyiliğin enerjisi, yapılana ulaşmadan önce yapanı kaplar. İçi dışı coşku ve bereket dolar.
Kul, geçici mekânını kalıcı izler bırakacak iyiliklerle donatırsa, kısa ömrü bereketlenir. Yolda duran taşı, bahçeden taşan dalı, yaralı kediyi, kuşu görüp gözetir. Yanında, yakınında olanı fark etmeden “bir bana, bir bana” diyerek yaşayarak kabre mutlu girilmez.
Çocukların dünyasında bir başkasının gönlüne, yüreğine, duygu ve hislerine yer yok.
Tanıdıkları tek duygu, dualarının tek kaynağı daha fazla menfaat ve daha fazla enerji. Beslenip eğlenmek, eğlenip beslenmek. Kurumuş duygu baharlarının üzerine yağan bencillik karlarının, hırs, tama dolu yağışının ardından huzur ve mutluluk gelsin diye bekleyecek kadar da büyük ahmaklık…
Kolaya kaçanların zorlaştırdığı bir dünyada, kolayı bulmak, oluşturmak gayretinde olmak zor bir tercih ve fiil. Rabbim kuvvet ve cesaret versin. Heveslerimize ölçü, isteklerimize sınır koyduğumuz; bizden başka yüreklerinde tıkırdadığını kabul ettiğimiz hayatlar nasip eylesin hepimize…

















Yine harika bir yazı… 🥰