Çocuklar dünyaya sonsuz bir merak duygusuyla gelir. Her şey onlar için yenidir, ilginçtir ve keşfedilmeye değerdir. Henüz konuşmaya başlamadan bile çevresini gözlemleyen, dokunan, anlamaya çalışan bir bebek aslında öğrenmenin en doğal halini yaşar, “Merak ederek keşfeder”. Ne yazık ki bu içsel öğrenme dürtüsü, eğitim sisteminin dar ve başarı odaklı çerçevesi içinde zamanla sönmeye başlar. Sistem, cevabı bilen çocuğu över; soru soran çocuğu çoğu zaman susturur. Sistem, hızlı öğreneni destekler; oyalanan, derin düşünen öğrenciye sabır göstermez. Oysa gerçek öğrenme, tam da o oyalanmalarda, detaylarda ve “Neden böyle?” sorularında gizlidir.
Bugünün eğitim dünyasında başarı, çoğu zaman sınavlarla ölçülüyor. Çocuklar not almak için çalışıyor; öğrenmek için değil. Bu durum, öğrenme sürecini bir yarışa, çocukları da yarış atlarına dönüştürüyor. Öğretmenler zaman baskısıyla müfredatı yetiştirmeye çalışırken, öğrencilerin merakla sorduğu “konu dışı” sorular çoğu zaman “şimdi sırası değil” diyerek geri çevriliyor. Oysa belki de o sorular, o çocuk için eğitimin en anlamlı anını oluşturacak. Öğrenme, çoğu zaman cevaptan değil, iyi bir sorudan başlar. Galileo’nun, Newton’un ya da Einstein’ın hayatındaki dönüm noktaları hep bir merak duygusuyla atılmış adımlardır. Biz ise çoğu zaman çocuklara “soru sorma”, “önce çalışmaları bitirelim” diyoruz.
Bu gidişat değişebilir mi? Elbette değişir ve değişmelidir. Büyük değişimler zaman alır ama sınıflarımızda, evlerimizde ve bireysel tutumlarımızda yapacağımız küçük değişiklikler bile çocukların içindeki o doğal merakı yeniden canlandırabilir. Örneğin haftada bir “merak saati” uygulamasıyla, çocuklara sadece kendi merak ettikleri şeyleri araştırma imkânı tanıyabiliriz. Sınav yerine sürece odaklanan değerlendirme yöntemleriyle, öğrenmeyi kalıcı ve anlamlı hale getirebiliriz. Soru sormayı teşvik eden sınıf ortamları meydana getirebilir, yanlış cevaplara bile “bu farklı bir bakış açısı” diyerek yaklaşabiliriz. Öğrenme ortamlarını sadece kitaplarla sınırlı tutmak yerine, deneyimleyerek keşfetmeye açık hale getirebiliriz.
Unutmamamız gereken eğitim, sadece bilgi aktarmak değil; öğrenmeyi sevdirmekle başlar. Merak eden çocuk, öğrenmeye hevesli çocuktur. Onun yolunu açmak da bizim sorumluluğumuzda. Belki bir çocuğun sorduğu “Neden?” sorusu, geleceğin bilim insanını, yazarını, öğretmenini içinde taşıyordur. Bu yüzden eğitimdeki en önemli görevimiz, o sorulara yer açmak ve çocukların merakını canlı tutmak olmalı. Öğretmek, sadece bir çocuğun merakına kulak vermektir. .Biz çocuklara “başarıyı” değil, merakı sevdirdiğimizde gerçek öğrenme hızla başlayacaktır.
Albert Einstein’ın dediği gibi, “Özel bir yeteneğim yok, yalnızca tutkulu bir meraklıyım…”
Kaynakça:
Deci, Edward L., and Richard M. Ryan. “The ‘What’ and ‘Why’ of Goal Pursuits: Human Needs and the Self-Determination of Behavior.” Psychological Inquiry, vol. 11, no. 4, 2000, pp. 227–268.
Engel, Susan. “Children’s Need to Know: Curiosity in Schools.” Harvard Educational Review, vol. 81, no. 4, 2011, pp. 625–645.
Edizler, Sena. “Sınıfta Bireyselleşme ve Öğrenme Üzerine.” Hayrendiş Dergisi, 2024.
Robinson, Ken. Creative Schools: The Grassroots Revolution That’s Transforming Education. Penguin Books, 2015.
Tok, Şule. “İlköğretim Öğrencilerinin Meraklılık Düzeylerinin İncelenmesi.” Eğitim ve Bilim, vol. 38, no. 169, 2013, pp. 134–145.