Mertebeler 1’de duyguların terbiyesi ve aklın rehberliğine değinmiştim. Mertebeler 2’de aklın ışığında duyguların dizginlenmesinden, Mertebeler 3’te ise duygunun kaynağını sorgulamanın öneminden söz ettik. Şimdi ise içsel yolculuğun bir sonraki basamağına, tepkileri ertelemek ve düşünceye alan açmak meselesine geliyoruz.
Tepkileri Ertelemek ve Düşünceye Alan Açmak
Bir duyguyu tanımak ve kökenini görmek, onun üzerindeki farkındalığımızı artırır. Fakat içsel dönüşüm bununla sınırlı değildir. Duyguların yönlendirdiği anlık tepkiler, çoğu zaman aklın payını gölgede bırakır. İnsan, duygusunu fark ettiği hâlde eğer tepkisini yönetemezse, yine duygunun esiri olur. Bu nedenle olgunluk, sadece hissetmekte değil, hissedilenle ne yapılacağını seçebilmekte gizlidir.
Duygular hızlıdır; düşünce ise zamana ihtiyaç duyar. Öfke, kırgınlık, sevinç ya da korku… Hepsi bir anda belirir ve bizi eyleme çağırır. Fakat insanın en büyük kudreti, o eylemi erteleyebilmesinde saklıdır. Tepkiyi ertelemek, duyguyu bastırmak değil; duygunun biçimini seçmektir. Bu kısa erteleme, duygunun düşünceyle buluştuğu o ince çizgiyi oluşturur.
Gazâlî, insanın nefsini terbiye etmesinde sabrı merkez bir erdem olarak görür. Ona göre sabır, sadece dışsal sıkıntılara dayanmak değil; içsel taşkınlıkları dizginleyebilmektir. Öfkelendiğimizde hemen konuşmak yerine susmak, kırıldığımızda hemen geri çekilmek yerine beklemek, sevinçte ölçüyü korumak… Bunların her biri sabrın içsel tezahürüdür. Çünkü sabır, tepkinin ertelenmesiyle aklın söz hakkı kazanmasıdır.
Modern psikoloji bu anlayışı destekler. Duygusal zekâ araştırmaları, duyguların fark edilmesi kadar, tepki süresinin uzatılmasının da bilinçli farkındalığın bir göstergesi olduğunu ortaya koyar. İnsan duygusunu gözlemlediğinde, onun kölesi olmaktan çıkar. Duygu geçicidir; ama o duyguyla verilen karar kalıcıdır. Bu yüzden öfkenin ilk anında alınan kararlar çoğu zaman pişmanlıkla, düşünerek verilenler ise dinginlikle sonuçlanır.
Bir örnekle düşünelim: Biri bize haksızlık ettiğinde içimizde anında bir savunma duygusu doğar. Hemen konuşmak, kendimizi ifade etmek isteriz. Oysa bir nefeslik sessizlik, kelimelerin yönünü değiştirir. Tepkiyi geciktirdiğimizde, sözcükler duygudan değil, düşünceden doğar. Bu kısa an, bilincin uyanış anıdır. Çünkü duygunun fırtınası dindiğinde, geriye yalnızca aklın berrak sesi kalır.
Tepkileri ertelemek, iç dünyamızda bir sessizlik alanı yaratır. Bu sessizlikte duygu, aklın süzgecinden geçer; akıl da duygunun sıcaklığını yitirmeden karar verir. Böylece insan hem duygularını bastırmaz hem de onlara yön verir. Duygu, eylemi değil; düşünceyi beslemeye başlar. İşte bu hâl, sağduyunun doğduğu yerdir.
Sonuç olarak, duygular insanı insan yapan kuvvetlerdir; ama onları yönlendiren akıl olmalıdır. Her tepki bir seçimdir, her erteleme bir olgunluk göstergesidir. Çünkü gerçek bilgelik, duyguyu bastırmakta değil; onu dönüştürmekte yatar. Tepkileri ertelemek, düşünceye nefes aldırmak; düşünceye nefes aldırmak ise ruhu dinginliğe taşımaktır.


















