Dökülüyordu sakuralar baharda,
Hatırlatıp geçici zamanı.
Seyredalmıştım ölümün yolculuğunu,
Arafta kalmış gözlerimle.
Kaskatıydı ayaklarım,
Atamıyordum hür adımlarımı.
Gerçek miydi cennetimsi pembelik
Toprağın kumral sırtına düşen,
Yoksa aldatılmış mıydım yine?
Cehennemin örtüsü müydü kızıllaşan
Beni iğfal eden…
Haber vermişti sığırcıklar mevsimi,
Uyanacaktı tabiat ahalisi.
Uyuyacakken fedai sakuralar,
Kışın ordularıyla ilk karşılaşan.
Uyanıyordu içimdeki tabiat da,
Süzülürken şakaklarımdan taneler.
Neydi toprakla fısıldaşan?
Kiraz ağaçlarının ömürsüz bedeni mi,
Kalbimdeki kiraz bahçesi mi,
Ömür biçemediğim?
Sakura, Japonca’da ‘kiraz çiçeği’ anlamına gelmektedir. İlkbaharın gelmesiyle Japon topraklarının dört bir yanını kaplayan sakuralar, Japon tarihine ve kültürüne derin bir şekilde tesir etmiştir. İlkbaharın gelmesiyle kiraz ağaçlarında birdenbire beliren ve aynı şekilde hemencecik dökülen sakuralar, yaşam ile ölüm döngüsü arasındaki ilişkiyi ifade etme noktasında ve hayatın geçiciliği üzerine yapılan felsefik tartışmalarda çok önemli bir unsur olmuştur. Özellikle samuraylar döneminde yükselişe geçen Budizm ile birlikte, ruhsal arayış ve hayatın anlamı üzerine derin tartışmalar yapılmış ve samuraylar, yaşamlarını sakuraların serüvenine benzetmişlerdir. Her sene Nisan ayı ile birlikte açan sakuralar için çeşitli festivaller düzenleyen Japon toplumu için sakuralar, hem yaşamı vurgulayan hem de ölümü hatırlatan bir ulusal semboldür.