Sosyal medya, kendimizi ifade edebileceğimiz, sosyalleşebileceğimiz bir alan olmaktan çıktı; artık yediden yetmişe herkesin adeta kendini “psikolojik olarak satmaya” çalıştığı, hayatlarını vitrine koyduğu bir platforma dönüştü. Sohbetlerin yerini mesajlar aldı; muhabbetlerin ortak noktasından, algoritmanın ortalamasına geçildiği bir dönemdeyiz. Gerçeklik ise can çekişiyor.
Sanal yakınlıklar, kablolu bağlantılar ve bunun sonucunda yaşanan hesapsız, erken kopmalar artık sık karşılaşılan bir durum. Eskiden bu kopmalara üzülürken, şimdi sınırsız seçeneklerle her şeyin yeri kolayca dolabiliyor. Bu durum, toplumda erken sıkılma, çabuk pes etme ve değersizlik duygularını beraberinde getiriyor.
Gerçeklik algımız ise artık bildirim sesleriyle şekillenir oldu.
Zaman bile artık bir tüketim nesnesi haline geldi. Kapitalist sistemin bizlere dayattığı alışkanlıklar, başlarda yalnızca maddesel alanlarla sınırlıydı. Ancak zamanla bu tüketim kültürü, daha derin, daha insani alanlara da sızdı. Öyle ki, artık yalnızca eşyalar değil; ilişkilerimiz, dostluklarımız ve en önemlisi sevgimiz de hızla tükeniyor.
Sevgi, bir zamanlar emek ve sabır gerektiren bir duyguydu. Bugün ise neredeyse bir ürün gibi görülüyor. Bitince, yerine yenisi konuluyor; bağlar derinleşmeden koparılıyor. Birbirimize emek vermek yerine, hazır hisler arıyoruz. Anlamı olmayan “iyi hissettirme” anlıklarına takılıp, bağ kurmadan tüketiyoruz.
İlişkilerde seçeneklerin çok olması, başlangıçta özgürlük gibi görünse de aslında bağ kurmanın önündeki en büyük engellerden biri haline geldi. Alternatiflerin sonsuzluğu, sadakati kırılgan hale getiriyor. Artık aşk bile bir “bedelli sistem” mantığıyla yaşanıyor: Ne pahasına olursa olsun elde etmek, ancak bir bedel ödemeden de kolayca vazgeçmek…
Gerçek bir bağ, “olmazsa öbürü var” mantığıyla kurulmaz. Aşkta yedek oyuncu yoktur. Aşk ya tamdır ya hiçtir. Ne zaman ki duygular, ikinci bir seçenekle test edilmeye başlanır, işte o zaman ilişkinin doğallığı ve samimiyeti sorgulanır hale gelir.
Ama şunu sormalıyız: Sorgulanan bir şey doğru olabilir mi? Ya da doğru bir karar, neden sürekli sorgulatır kendini? Belki de sorun, içimize sinmeyen geçici çözümlerde, yüzeysel bağlarda ve duyguların araç sallaştırılmasında gizlidir.
Belki de yeniden öğrenmeliyiz… Sabretmeyi, emek vermeyi ve bağ kurmayı… Tüketmeden, tükenmeden. Çünkü ilişkiler tükendikçe, insan da tükeniyor. Geriye yalnızca, gerçeklikten uzak, yüzeysel bir yaşam kalıyor.
Peki, bunu nasıl başarabiliriz?
Bence gerçek bağlar kurmanın en önemli yolu, öncelikle kendimizle sağlıklı bir ilişki kurmaktan geçiyor. Çünkü insan, başkalarıyla derin bir bağ kurabilmek için önce kendi iç dünyasını, duygularını ve ihtiyaçlarını anlamalı. Ne yazık ki günümüz dünyasında çoğu insan, kendi iç sesini duymakta zorlanıyor, çünkü sürekli dışa dönük ve hızlı bir hayat temposu içindeyiz.
Kendimizi tanıdıktan sonra, sanırım en kritik şey dikkat ve empati. İnsanlara gerçekten dikkat etmek, onları yüzeysel değil derinlemesine anlamaya çalışmak gerekiyor. Ne kadar çok insanın “görülmek” istediğini fark ediyorsun, değil mi? Ama birine gerçekten dikkatle bakmak, onun dünyasını anlamaya çalışmak, ona değer verdiğini hissettirmek, bence en kıymetli hediye.
Bir diğer önemli nokta ise sabır. Her şeyin hemen olup bitmesi gerektiği bir zamanda, birine sabır göstermek ve ilişkinin organik bir şekilde gelişmesine izin vermek çok değerli. Çünkü bağlar zamanla ve karşılıklı emekle derinleşir. Her an hızla tüketmeye meyilli olduğumuzda, bu sabrı ve emek verme anlayışını kaybetmek kolay.
Ve son olarak, açıklık ve dürüstlük. Yüzeysel ilişkilerde çoğu zaman insanlar kendilerini doğru düzgün ifade edemiyorlar. Herkes bir şekilde maskeyle yaşıyor ve bu maskeler zamanla ilişkilerin temeline zarar veriyor. Gerçek bir bağ kurabilmek için insanın kendini olduğu gibi gösterebilmesi gerek. Tabii ki, bu süreç zaman alabilir ve bazen zorlayıcı olabilir ama dürüst ve açık bir iletişim, sağlıklı ilişkilerin temel taşlarını oluşturuyor.
Belki de bu yüzden, ilişkilerde hızla tükenme duygusu yerine, değerli olma hissi önemli. Değerli olmak zaman alıyor, derinleşiyor. Ve bu değerli bağları kurmak için hızlıca değil, adım adım ilerlemek gerek.