Türkiye sportif anlamda son derece yetkin ve etkin bir potansiyel sahiptir. Özellikle farklı dallarda sayısız başarılar ve dereceler elde edilirken, sanki yoklarmış gibi göz önünden kaybolduğu da ortaya çıkıyor.
Futbolun kuyruğuna takıldık gidiyoruz. En çok dedikodunun döndüğü, kazanan kaybeden herkesin saha içinden çok, olan ya da olmayan saha dışı olaylarına kanalize olduğunu, TV ekranlarında safsata da dahil birçok yorumun dikkate alındığı spor organizasyonu olan futbolun taparcasına peşinden koşuyoruz.
Olağanüstü paraların döndüğü, ekonomisiyle nice ülkelerdeki krizlerin sona ereceği futbol, bizi adeta bir karabasan gibi içerisine çekiyor. Bir bağımlılık gibi, kurtulmaya çalıştıkça başkalarının etkisiyle yeniden o zehre düşüyoruz. 40 yılın başı keyifli vakit geçiriyoruz ama biz her hafta yeniden güzel futbol bekliyoruz. Teknik direktör ve futbolcuların da kozları “hazır değiliz” mesajları haftalarca sürükleniyor ve bazen hiç gelmiyor o zamanlar…
Peki biz futbola mahkum muyuz? Elbette değiliz. Biz basketbolda, voleybolda çığır açan başarılara ulaştık.
Fenerbahçe Beko ve Anadolu Efes, ikişer kere Avrupa’nın en büyüğü oldu. Futbolda Şampiyonlar Ligi’nde arpa boyu yol gidemezken, basketbolda devlerin hepsine zirveden el salladık.
Voleybolda takım bazında Vakıfbank’ın elde ettiği Avrupa ve Dünya şampiyonlukları, bileziklerinden kollarda yer kalmadı. Eczacıbaşı ve Fenerbahçe Medicana da sayısız başarı elde etti. Filenin Sultanları dünya liderliğine kadar yükseldi bir ara…
Halterde, güreşte zirveler hep bizimdi. Boksta kadınlarımız şovlarını yaptı. Okçulukta ve havalı tabancada Olimpiyat zaferleri elde ettik. Yüzmede de gençlerimiz kürsülere imzalarını bıraktı.
Demek ki artık şimdi futboldan öte şeyleri yazıp çizmenin ve konuşmanın da zamanı bir hayli geldi geçti.
Türkiye futbolu çok sever ama futboldan da ibaret değildir!