İnsan varlık olarak, çoğu zaman fazlalıkla konuşur. Eşyalar birikir, kelimeler çoğalır, sesler birbirini bastırır. İnsan, bu gürültünün içinde kendini duyamaz olur. Kalp, hakikatin sesini işitemez. Ruh, özle bağını yitirir. Ama bir an gelir her şey susar. Ve o susuşta, anlam konuşmaya başlar. İşte o an, aşk doğar. Çünkü aşk, gösterişli değildir. Sessizdir. Derindir. Fazlalıklardan arınmış bir yöneliştir. Bir bakışta saklıdır, bir susuşta büyür. Aşk, kelâmın özüdür. Söylenmeyen ama hissedilen, yazılmayan ama yaşanan bir hakikattir.
Bugün, kelimeleri azaltmak gerek. Eşyayı bırakmak, ruha yönelmek gerek. Varlığın gürültüsünden sıyrılıp, anlamın özüne inmek gerek. Çünkü hakikat, çoklukta değil, sadelikte gizlidir. Ve aşk, o sadeliğin en derin kelâmıdır. Aşk, kelâmı susturur bazen. Çünkü bazı hisler, söze sığmaz. Ama kelâm da aşkı taşır bazen çünkü bazı susuşlar, bir cümleyle dirilir. İkisi birbirine dokunduğunda, ortaya bir hakikat çıkar: öz.
Kelâm, yalnızca konuşmak değildir. Bir bakışta gizli olanı dillendirmektir. Bir kalbin içini, bir ruhun yönelişini, bir bakışın sessizliğini anlatmaktır. Ve aşk, kelâmın en saf hâlidir. Gösterişsiz, derin, içten. Aşk, bir yöneliştir. Varlığın gürültüsünden sıyrılıp, öz’e yürüyen bir sessizliktir. Eşyadan değil, ruhtan beslenir. Kalabalıkta değil, iyilikle büyür. Ve kelâm, bu yürüyüşün izidir. Her kelime, bir adım bir duraktır. Bugün, kelâmı aşkla yoğurmak gerek. Fazlalıklardan arınmış, öz’e yönelmiş olmak gerekir. Çünkü hakikat, varlıkta değil, sadelikte gizlidir. Ve aşk, o sadeliğin en derin kelâmıdır, vesselam.