Balığın okyanusa doğduğu gibi insan da zamanın içine doğar, fakat onun vehmini ve hacmini kavraması kolay değildir. Gözünü açtığı an, aslında bir sürekliliğin ortasına düşmüştür. Düşkünlüğünden kurtulmak adına, gayri ihtiyari bir büyüme çabasına girişir. Büyüdükçe kendini anlamakla ve anlatmakla hem kaybolacağını hem de zamanından olacağını kolay kolay idrak edemez. Bu anlayışsızlığı sayesinde yavaş yavaş öğrenir ki geçmiş çoktan yazılmıştır, gelecek ise henüz mürekkebe bile değmemiştir. Bize yalnızca şimdi kalır, ama ne acıdır ki o da bir damladır ve bizden çok, kağıdın, hatta kağıttan da çok, okuyanın nasibidir. Bunu fark edince insan, ancak kağıdın zamanı kadar uzatabilir ömrünü.
Yaşamaktan yana birazcık umudu olan insanlar, kağıttan da ömür çalarlar. İşte bu yüzden yazmak icat olundu. Anne karnı huzuruna sığınır gibi düştük kağıdın ortasına; bir kudretli doğum bekliyoruz. Biraz soluklanmak için yazıyor, biraz can vermek için okuyoruz. Ölümün elinden şimdilerimizi saklamak için zamanı üzerimize geçirip ne de çok çabalıyoruz. Fakat hayatın hızından dolayı kuşandığımız bu kumaş, öylesine çok yıpranıp dokusunu kaybediyor ki, onu en azından bir süreliğine daha korumanın tek yolu, yazı denilen tılsımlı varlık oluveriyor. Bu tılsımları var oluşumuza muazzam şahitler toplamak için ilhamla mühürlüyoruz. Üşümekten kaçmak ya da çıplaklığımızdan utanmak hiç aklımıza gelmiyor, inanın. Zaten sonsuzluk, hayat örgümüzden bir iplik çekip bizi çoktan tüketti.
Yazmak, ölümden güçlü değildir belki, ama ölüme kafa tutan tek varlık da odur. Bu cesur nesneyi kanımızla, canımızla, fikrimizle ve de ruhumuzla desteklemeliyiz, beslemeliyiz, yüceltmeliyiz. Yoksa hayat, ölümün yanına kâr kalacak. Ölüm bir güneş gibi aynı anda ve tek tek üzerimize yağarken, varlığımızın gölgesini ancak yazarak geleceğe düşürebiliriz. Geleceğe bir iz bırakmak ne hoş, değil mi? Zaten insanın en eski mesleğidir bırakmak: söz, yol, miras, sevgi, saygı ve en sonunda da hayatı bile bırakmak. Göçebe çağların miras yedisi olarak son bir kez atalar kültüne sahip çıkıp bırakmayı bırakmak gerek aslında, ama kaleme kıyamıyor insan. Çünkü nefes kadar hafif olan bir yüktür kalem; vazgeçemezsin ruhunu teslim etmeden.