Olağan Şiir dergisinin 43, 44 ve 45. sayılarında “21. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Türk Şiiri” başlıklı dikkat çekici bir soruşturma dosyasına yer verildi.
Derginin genel yayın yönetmeni Aykut Nasip Kelebek tarafından Kaan Eminoğlu, Ertuğrul Rast, Zeynep Arkan, Eray Sarıçam, Hüseyin Peker, Hüseyin Akın ve Turgay Demirel’in de aralarında bulunduğu değerli şairlere sorulan sorulardan biri de şuydu: “Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde, özellikle de 2000’li yıllarda bazı şairler tarafından şiir akımı kurma girişimlerinde bulunuldu ve çok sayıda manifesto yayımlandı; bugünden bakıldığında söz konusu girişimlere dair fikirleriniz nelerdir?”
Soruşturmaya kapsamlı görüşleriyle katkıda bulunan şairlerin verdiği yanıtlar içinde bulunduğumuz dönemin şiir anlayış ve yönelimlerini göstermesi bakımından son derece dikkat çekicidir. Bu türden ufuk açıcı soruşturmaları takip ediyor ve oldukça değerli buluyorum. Bu yazımda söz konusu soruşturmada öne çıkan görüşleri özetlemeye çalışacağım.
Şiir akımları ve manifestolar, Türk şiirinin modernleşme serüveni boyunca hem estetik yönelimlerin hem de zihniyet değişimlerinin göstergesi olmuştur. Garip, İkinci Yeni, Mavi ve Toplumcu Gerçekçi şiir gibi edebi belleğimizde yer edinmiş şiir akımlarımız, şiirin toplumla ve zamanla ilişkisini geliştirerek dönüştürmüştür. Ancak 2000’li yıllarla birlikte bu kolektif yönelimlerin yerini bireysel çıkışlar, kısa ömürlü manifestolar ve dağınık denemeler almıştır.
Turgay Demirel’e göre, şiirde değişim arayışı Osmanlı’dan bugüne uzanan bir gelenektir. Bu doğrultuda yeni şiirsel girişimler, Türk şiirini canlandırma açısından önem taşır. Ne var ki 2000 sonrası dönemde kolektif şiir üretimi zayıflamış, manifestolar bireysel görünürlük aracı hâline gelmiş, “kuşak” anlayışı geri plana çekilmiştir. Her şairin kendi poetikasını kurma çabası, ortak bir şiir bilinci geliştirmeyi zorlaştırmış; bireysel çıkışlar kısa sürede etkisini yitirmiştir.
Bu dönemde şiir akımı ve manifesto denemeleri, genel olarak yüzeysel ve sürdürülemez nitelikte olmuştur. Eray Sarıçam, bu tür girişimleri iyi niyetli çabalar olarak değerlendirse de genç kuşakların kuramsal tartışmalardan uzaklaştığını ve daha çok bireysel üretime yöneldiğini belirtmektedir. Bazı dergiler çevresinde oluşan topluluklar ortak poetik söylemler üretememiş; bu birliktelikler “çok seslilik” olarak sunulsa da çoğu zaman dağınık ve geçici kalmıştır. Yine Sarıçam, manifestoların hâlâ önemli olduğunu, ancak kalıcılık için kolektif bilinç ve entelektüel sürekliliğin şart olduğunu vurgular.
2000 sonrası dönemde “Soylu Yenilikçi Şiir”, “Felsefi Şiir”, “Madde Şiir”, “Neo Epik”, “Çok Sesli Şiir”, “Neo Klasik” gibi birçok manifesto ortaya çıkmış; fakat bu metinlerin büyük kısmı şiirin sezgisel, içsel ve varoluşsal doğasını göz ardı ederek biçimsel yenilikle sınırlı kalmıştır. Sağlam bir düşünsel temele ya da şiir mirasına dayanmayan bu girişimler, şiiri çoğu zaman kalıplaştırma çabasına indirgemiştir. Oysa şiir; sezgi, hakikat ve zamanla inşa edilen bir dil yolculuğudur.
İkinci Yeni’nin entelektüel ve estetik etkisi bu dönemde azalmaya başlasa da henüz aşılmış değildir. Eleştirel bağlamda yeterince çözümlenememiş ve sindirilememiştir. Akademik çevrelerin ve eleştirmenlerin yeterince yön verememesi manifestoları derinlikten uzak, biçimsel denemelere dönüştürmüştür. Ertuğrul Rast burada, İkinci Yeni’nin hâlâ tam olarak tüketilememiş olmasını, yeni akımların geniş çapta tartışılamamasının temel nedeni olarak görmektedir.
1990’lı yıllardan itibaren artan bireyselleşme, şairlerin kendi çevrelerini, dergilerini ve yayınevlerini kurmasına yol açmıştır. Bu süreçte bazı girişimler manifestolarla desteklenmiş, yeni şiirsel yollar aranmaya çalışılmıştır. Ancak önceki anlayışları radikal biçimde sorgulayan, gelenekle bağlarını koparan güçlü bir şiir dili ortaya konamamıştır. “Heves” dergisi gibi örnekler, kolektif yapı ve poetik derinlikten yoksun olduğu için uzun soluklu olamamıştır. Buna karşılık, Hakan Arslanbenzer’in öncülüğündeki Neo Epik şiir anlayışı, kuramsal zemine, sürekliliğe ve ısrarlı bir tavra dayandığı için dönemin istisnai başarılarından biri olarak öne çıkmıştır.
2000 sonrası şiirde bireycilik belirginleşmiş; şairler artık bir kuşaktan çok kendi poetikalarının temsilcisi olarak görünürlük arayışına yönelmiştir. Bu durum, ortak şiir dili ve değerlerinin dağılmasına yol açmış, akımların kökleşmesini engellemiştir. Kaan Eminoğlu, bu bireyselciliği çağın “hız ideolojisi”yle ilişkilendirerek, şiirsel metinlerin ve manifestoların hızla üretilip hızla tüketilmesini bu zihniyete bağlamaktadır.
Aynı zamanda postmodernizmin etkisiyle şiir, “hakikat-sonrası” bir estetik düzleme sürüklenmiş; manifestolar, çoğu zaman büyük anlatıların parodisine dönüşmüştür. Sosyal medya ve dijitalleşmenin etkisiyle şiir, tüketilen bir nesneye dönüşmüş; manifestolar da performans gösterisi hâlini almıştır. Ancak bu dönemin olumlu gelişmelerinden biri, kadın şairlerin daha görünür hale gelmesidir. Buzdokuz gibi platformlarda yazan kadın şairler, şiirin eril yapısına karşı alternatif şiirsel yaklaşımlar geliştirerek “büyük şair miti”ni sorgulamıştır.
Sonuç olarak, 2000’li yıllar Türk şiirinde manifestoların ve poetik denemelerin arttığı; fakat kalıcılığın zayıf kaldığı bir dönem olmuştur. Bu dönemin şiiri, birikimle gelişmek yerine sıklıkla şiiri önceleyen manifestolarla şekillenmiştir. Oysa şiirin özü, sezgiye, hakikate ve zamana dayanır. Bugün şiirin ihtiyacı, yeni bir akımdan çok; felsefi derinliği, poetik tutarlılığı ve varoluşsal kaygısı olan güçlü bireysel seslerin ortaya çıkmasıdır. Geriye dönüp bakıldığında görülüyor ki, akımlar geçici; şiir ise kalıcıdır. 2000 sonrası manifestolar, yeni anlatılar kurmak yerine çoğu zaman eskilerini taklit etmiş veya parodiye indirgenmiştir. Türk şiiri, biçimsel değil, varoluşsal düzeyde bir yenilenmeye ihtiyaç duymaktadır. Bu yenilenme, geçmişle hesaplaşan, çağın ruhunu kavrayan ve bireyselliği aşan bir şiir sesiyle mümkündür. Bundan sonrası için esas mesele, bir akım kurmaktan çok; poetik bilince sahip, içeriği ve sesiyle kalıcı olacak şairlerin yetişmesidir.