Veda etmek, kadınlar için çok aşamalı bir süreçtir. İlk veda ettiğin şey, onunla birlikte kurduğun hayaller olur. Sonra yanında olmamasına alışır, varlığına veda edersin. Öyle bir anda değil; yavaş yavaş, sindire sindire. Arkana dönüp baktığın zaman “Keşke şunu da yapsaydım, belki öyle yapsaydım.” pişmanlığı yaşamamak için, en önemlisi de “Ben elimden geleni yaptım.” demek için, aylara belki yıllara bölersin o vedayı. Yaşın ilerledikçe, veda zamanları da kısalıyor tabii; ne kadar ömrün kaldığını bilmediğimizden ötürü, kalan günleri güzel, anlamlı, dolu dolu yaşama isteği… “Olacaksa olsun, olmayacaksa ben bir yolunu bulurum. Her zaman buldum.” diyorsun.
Ve şunu anlıyorsun: Yaptıkların için değil, yapmadıkların, yapamadıkların için pişman oluyorsun. Pişman olmakla, pişman ölmek arasında çok ince bir çizgi var… İkisini de istemediğin için, zaman daraldıkça sen hızlanıyorsun. Ve veda etmeye, senin için yapılmayanları başkası için yapılırken görünce karar veriyorsun. İlmek ilmek emek verdiğin o kişi tarafından yok sayıldığını, görmezden gelindiğini anladığın zaman bir ışık yanıyor beyninde. Sevmeyi kalbinle, kendine değer vermeyi beyninle yapıyorsun çünkü. Ve sevmenin, sevilmenin tarifini çok iyi bildiğin için, o tarif edilen şeylerin içinde yaşamadığını ayırt etmek çok da zor olmuyor. Tüm bunlara rağmen, verdiğin o emek için, harcadığın zaman için o belirtileri görmezden geliyorsun bir süre. Ama içindeki o ses, çığlık çığlığa “Kendine gel artık, sen bunu istemiyorsun!” diye bağırmaya başlayınca, onu susturmamayı öğreniyorsun.
“Gidene mi zor, kalana mı?” diyecek olursak;
Her ikisi için de zor elbet. Yalnız, giden aniden gitmez; gitmek için hazırlık yapar ve o süreçte kendini, ruhunu buna hazırlar. Kalan, aniden yaşadığı için o anda daha zor olur gidene göre yaşadıkları. Giden ise her ne kadar hazırlık yapmış olsa da, ilerleyen zamanlarda hiç ummadığı bir anda, ummadığı bir şekilde birden aklına düşecektir bırakıp gittiği kişi.
Hayat, sen plan yaparken tıkır tıkır işleyen bir saat. Durması gerektiği zamanı bilmediğin için, planlarını önünü görmeden yapıyorsun. İnsanoğlu ölmek için yaratıldı. Zaman da, mekân da bizim değil. Geldik, geçiyoruz; zamanı gelince göçeceğiz.
Çok sevdiklerimiz var, zamanı gelip göçen… Onlarsız yaşayamaz sanıyorken kendimizi, hayatın gerekliliği ile devam edebiliyorsak hiç göremeyeceğimiz sevdiklerimiz olmadan yaşamaya. Gidenlerin ardında da yas tutmamayı öğrenmiş oluyoruz. Çok sevdiğim bir söz var: “İyi olun, hoş olun, ama artık benim masamda yeriniz yok…” Gidenlerin arkasından elbette yas tutulur; o, ölenin arkasından bile kalbimize kırk mum yanar, her gün biri söner, son mum orada sessizce yanmaya devam eder. Ölmeden gidenin arkasından ise bir gün bile yas tutmak akıl işi değil. Giden de gitmesi gerektiği için gitmiştir. Hayatımızdaki rolü o kadardı ve bitti.
Velhasılıkelam, bu veda işini en iyi kadınlar yapıyorlar. Ve bir kadın size veda ettiyse, kalbinde hissettiği o soğuk rüzgârlardandır. O soğuk rüzgârlardan sonra ise, o kalp veda ettiği kişiye ısınmaz…
Her zamanki gibi;
Sizi kalbinize ve ruhunuza teslim ediyorum…
İçinizdeki çocukla olan sohbetiniz hiç bitmesin…
Hayatınızın en güzel bölümü çocukluğunuz, en masum yanınız çocukluğunuz; onu sakın ihmal etmeyin…
En güzele emanetsiniz…
Sevgi ve saygıyla…