Hiçbir anda oturup bir şey yapmadan öylece durdunuz mu? Çoğumuz günün koşturmacasında bir an bile gerçekten dinlenmiyoruz aslında. Hep bir şeylerin peşinde, telaşındayız.
Az önce kahvemi alıp bilgisayarın açılmasını beklerken, bir an hiçbir şey düşünmedim. Bunu o birkaç saniyelik minik zaman diliminden hemen sonra fark etmiş olmam; bende yeni bir aydınlanma yaşattı. O birkaç saniyelik sürede, nasıl oldu bilmiyorum, kafamdaki tüm sesler sustu. Yoğun trafik sıkışıklığında fütursuzca çalan araba kornaları, o trafik sesi gibiymiş beynimin içi. O an onlar da sustu. İnanılmaz bir dinlenme ve hafiflik hissettim.
Şimdilerde popüler kültürümüze yeni eklenen, bizim dilimizden olmayan o meşhur “overthinking”, yani sürekli bir şeyler düşünme halini ne kadar çok yaşıyoruz. İnsan arada bir de olsa kendini susturabilmeli. Dilini değil, kafasının içini tabii ki. Bu artık meditasyonla mı olur, ibadetle mi olur bilemiyorum; zira hepsinde içsel konuşmamız devam eder çoğu zaman. O her şeyi susturabilme anı, çok zor yakalanan ama yakalanınca da mükemmel hissettiren bir an. Düşündüklerimizin çoğu da saçma sapan şeyler oluyor genellikle. Düşünmemiz gereken bir konu varsa, onun yanına asla işimize yaramayacak ama ne hikmetse çok da lazımmış gibi beynimizin içinde dolaşan aşırı gereksiz çöplerle dolduruyoruz zihnimizi. Çoğu da kaygıdır eminim.
İnsan en çok yürürken zihnini boşaltıyor. Ya da sevdiği bir egzersizi yaparken. Zihni çöp bilgilerle doldurma işinin ustası da yemek yaparkenki anlar ve uykuya geçmeden öncesi. Kafayı yastığa koymadan hemen uyuyanlardansanız şanslısınız. (Sanırım ben öyleyim.) 🙂 Benim aşırı ve gereksiz düşünme saatlerim yemek yaparken oluyor. Aklıma milattan önce yaşadığım saçma sapan bir olay geliyor mesela. “Ben ona orada şu lafı söyleyecektim de işte.” diye, iç sesimin dışarı yansımasını duyarken buluveriyorum kendimi. Yani herkesin bir “aşırı düşünme” saati vardır bence. Geçmişte yaşadığımız bir anı tekrar tekrar sahneler beynimizin içi. Hele ki biz bunu alışkanlık hâline getirdiysek.
Geçmiş travmalar, kaygılar, kusursuzluk arayışı, kendini güvende hissedememe gibi birçok neden sayabiliriz. Peki, zihnimizi kontrol edebilir miyiz? Evet. Geçmişi değiştiremediğimiz gibi, geleceği de bilemeyiz. Önce bunu anlamak lazım. Bizi üzen ya da endişelendiren konuları; “Benim bunu düşünüyor olmam, olanı değiştirmez.” deyip susturmak lazım. Bunu yavaş yavaş başardığımızda, zihnimiz çiçek bahçesi gibi olur. Lafın özü; çok da felsefi bir insan değilsek, “Düşünen Adam Heykeli” gibi dolanmaya gerek yok diyorum. Özünde hepimiz yeterince derin insanlarız.
Kesinlikle! Kardeşime katılıyorum. Derinlik, yalnızca uzun uzun düşünmekle, sürekli içe dönmekle ilgili değil. İnsan zaten ruhunun içinde taşıdığı derinlikle var olur. Öyle ya, bazen tek bir bakış, tek bir kelime, tek bir sessizlik bile, uzun uzun yapılan felsefi tartışmalardan daha derin olabilir.
Derin olmak, sürekli bir bilinç içinde dolaşmak değil, anlamı hissetmek demektir. Herkes, kendi dünyasında, kendi yolunda zaten yeterince derindir. Bu derinlik, sadece kelimelerde değil, hareketlerde, duygularda, seçimlerde, bakışlarda saklıdır. O yüzden bazen konuşmadan da derin olunabilir. Bazı insanlar bir kelimeyle dünyayı sarsar, bazıları ise sessizliğiyle her şeyi anlatır. Vesselam selamlarımla.