Sahi, o küçücük ayakkabılara ne oldu?
İçine sadece minik ayakların değil, dünyaların girdiği o küçücük ayakkabılardan bahsediyorum. Uykuları kaçıran, ruhu sarhoş eden, o işportacılardan tedarik edilen basit ayakkabılar… Basit dediğime bakmayın, şimdiki şımartılmış tasarımlar ile kıyaslandığında sade ve ucuz oluşuna dem vuruşum o tabir… Hani, o yastık altına sakladığımız var ya! Yatana kadar evin içerisinde tak tuk çıkan seslerin gölgesinde çıkarmaya kıyamadığımız… Uyku apnesi değildi o zamanki rahatsızlık; bir gün sonra kapı kapı dolaşan o minik ayaklara eşlik edecek olan ayakkabılar… Evet! O ayakkabıların tarif edilemeyecek kadar büyük sevinci, heyecanı, mutluluğu…
Ne numarası önemliydi aslında, ne fiyatı ne de kalitesi… Aslında en önemli unsur, asimile olmamış bayram sevinçlerimiz değil miydi? Asimile olmamış çocuksu düşünceler, hayaller, beklentiler… En büyük heyecan, aile büyüğümüzün hafiften ayağa kalkarak elini cebine atması; işte yine çıkacaktı mahalle bakkalından alacağımız taso ve misket parası… Sayılıydı para veren akrabaların sayısı… Ne enflasyondan etkileniyorlardı, ne zamlardan ne de kurdan… Yıllardır cebindeki akrebin hakimiyetinden dolayı o yirmi kuruşlar hiç değişmezdi babamın en büyük kardeşinin. Annemin en büyük kardeşine uğramazdı, zam yapan bakkal amcaların masumane bakışları… Evet, harçlıkların miktarı biraz sıkıntılıydı ama o bayram sevinçlerini satın alabilecek bir bakiye daha icat edilemedi ya! İşte, ona yanarım…
Aslında aynı yastıklardan yine var, içinde yün olmasa da pamuk olanından… Bir şeyler eksik işte… Bir şeyler… Yastığın altında olması gerekenler yok mesela…
Şöyle baktığımda, cümlenin ne öznesi eksik ne de yüklemi ama hiç akıl erdiremediğim bir anlam kayması var… Şimdiki bayramlara kurulan tüm cümlelerden farklı anlamlar çıkıyor. Yükleme sorduğum hiçbir sorunun cevabını alamıyorum sanki… Ne öznesi belli, ne tümleci, ne nesnesi…
İçimdeki tanımadığım ama yüzü yabancı olmayan bir çocuktan buruk bir açıklama geliyor her akşam; biz bayramları kaybetmedik, aslında bayramları bayram yapan o büyüklerimizi kaybettik… Şimdi anlıyorum, aslında suç ne yastığın, ne cümlelerin, ne de o minik ayakkabıların…