Rüzgârın serinliği yüzüme vurduğunda anladım; hayatım artık sonbaharın rengini taşıyor. Ne yazın o coşkulu gülüşleri var içimde ne de kışın sert kararlılığı… Her şey sararmış yapraklar gibi yavaş yavaş kopuyor dalından.
Bir zamanlar baharın yeşiliyle büyüyen hayallerim şimdi toprağın kokusuna karışan anılar oldu. Her adımımda ayaklarımın altında çıtırdayan yaprak sesleri gibi geçmişin hatıraları hüzünle yankılanıyor. Ve ben tıpkı ağaçlar gibi kabulleniyorum dökülmeyi; biliyorum ki bazı yapraklar sonsuza kadar dalda kalamaz. Ama bu sonbahar yalnızca bir mevsim değil… Bu sensizliğin mevsimi.
Sen gittin; ardında ne çığlık attım ne de “kal” dedim. Sustum… Çünkü bilirdim; sonbaharda ağaçlar yapraklarına tutunamaz. Ve anladım ki insan da sevdiğine sonsuza kadar tutunamaz.
Gözlerimde ne baharın ışığı kaldı ne yazın gülüşü… Yalnızca sonbaharın o hüzünlü rengi var bakışlarımda. Sessizim… Ama içimde hiç dinmeyen bir fırtına var. Her yağmurda aklıma sen düşüyorsun; damlalar toprağa değil, sanki yüreğime yağıyor.
Şimdi sokak lambalarının altında sararmış yaprakların üzerinde yürüyorum. Ayaklarımın altındaki çıtırtı kalbimin kırık sesine karışıyor. Her adımda biraz daha eksiliyorum ve her eksildiğimde biraz daha kabulleniyorum seni kaybetmeyi.
Hayatım sonbahar; çünkü ne geri dönüyorsun ne de tamamen gidiyorsun. İçimde kalmış bir gölge gibi yaşıyorsun hâlâ. Rüzgâr esince yüzüme sanki fısıltını duyuyorum. O an anlıyorum; beni en çok terk edişin değil sensizliğin öldürmüş.
Güneşin daha erken battığı bu mevsimde ben de günlerimi daha erken topluyorum. Fazla gülmüyorum artık ama ağlamam da uzun sürüyor. Yorgunum… Biliyorum kış gelecek; soğuk üfleyecek yüzüme. Ama bahar? Kim bilir… Ama o güne kadar… Benim rengim, benim mevsimim… Hep sonbahar.