Rüyada olduğunu uyanınca anlarsın; uyanana kadar gördüğünü gerçek zannedersin. İbn-i Arabî “Bu dünya rüyadır.” der. “Bu dünya yalan dünya.” diyenlerimiz var; bunu neye göre söylüyorlar? İlkçağlarda yaşamış olan ünlü filozof Platon da mağara alegorisinde yine bu dünyanın gerçek olmayışından, buradaki her şeyin gerçeğin bir yansıması, bir gölgesi oluşundan bahseder.
Bu insanlar o eski dönemlerde neleri fark edip bu kanıya vardılar?
İlkçağda bu dünyanın aldatmaca olduğunu fark edebilecek idrake nasıl ulaştılar? Bunca ilerlemeye rağmen günümüz insanı neden bu idrake mazhar olamamakta? Teknolojide çok ileride belki, ama konu idrak olunca ilkçağlardan daha gerideyiz. Bu kadar çok iken azıcık kalmayı nasıl başarıyoruz? İdrak, bilinç ile sağlanabilen bir hâl iken nasıl bir oluşum gerekiyor ki bu oluşumdan mahrum bırakıyoruz kendimizi? Bizler hangi oyuncaklara dalmışken hayat akıveriyor zihnimize hiç uğramadan ayaklarımızın altından? Hangi çok büyük (!) sorunlarımızla ilgilenirken idrak etmeye vaktimiz bile kalmıyor? Nasıl oluyor da yaradılışın bir gayesi olan idrak, başka bir lisanın hiç duymadığımız kelimesine dönüşüveriyor?
Sözlerim idrak etme gibi bir derdi olmayan, idrak edememiş herkese. Bizi alıkoyan ne? Yüzyıllar önce başkalarına verilen ama bizde eksik olan ne? Bizler idrak etmeyi neden seçemiyoruz? Bu aldatmacayı görmek için mutlak suretle ruh–beden ayrılığı mı gerekmekte? Oyalanmalar bir yere kadar sürecek, bir süre sonra hepsi son bulacaktır. Ait olduğumuz yere, ait olduğumuz gerçekliğe yani kendimize varmalıyız.
Somuncu Baba ismiyle tanınan, ömrünün belli zamanını çilehanelerde geçiren o zat, çilehanede kendini buluyordu. O küçücük odada, hiçbir teknolojik aletin olmadığı tek gözlü dört duvar arasında neyi görüp neyi hissetti de berraklaştı, kendine dönüp idrake ulaştı? Bu yüzyıla daha çok idrak gerekiyor. Bizi uyutan her neyse idrake ulaşan hâlimizin onu sevmeyeceği ortada. İdrak edememiş hâlimizle yaptığımız seçimler ne kadar doğru olabilir; ne kadar bizi bize sunabilir?
Sokrates bir zamanlar kendini “at sineği” şeklinde tanımlarken belki de bugünleri tahmin ediyordu ve at sineği olmayı seçti; idraki buna karar verdi. Bazen uykuda olan bir at olmaktansa idrake varmış bir sinek olmak daha tatmin bir hayat verir ve uğruna ölürken bile mutmain olur insan. Peki, uykuda bir at farkında olmadığı hayatı yaşamış sayılır mı? Yüzyıllar sonra düşüncelerini düstur ettiğimiz uyuyan bir at değil, o atı uyandırmaya çalışan bir sinek ise idrak ettirmek için hâlâ uğraşıyor demektir.
İdrake ulaşan tüm insanların sözlerini, felsefelerini dilimizle değil de akıl ve kalbimizle anlayıp idrak edebilirsek bir şeyler değişir mi dersin?
















