Biz milletçe sinemayı çok sevdik. Yabancı filmlerin yazılı olanları değil, Türkçe dublajlı olanları tercihimizdi. Dublajı genelde tiyatro sanatçılarımız yapıyordu, bazı sesler hem yabancı hem de Türk sanatçılarla özdeşleşmişti. Yeşilçam filmleri her zaman favorimizdi.
Bunun sebeplerine bence şu şekilde sıralayabiliriz:
- Gerçek hayat çirkinliklerle ve zorluklarla doluyken, hayal dünyasında gezinmek isteyen insanlar güzellik arıyordu. Başrol oyuncuları güzeldi, hatta kötü niyetli adamlar bile yakışıklıydı.
- Esas kadın oyuncu makyajı ile uyuyordu. O dönemde bazılarınca tenkit edilse bile insanlar görsel sanattaki güzellikten memnundu.
- Filmlerdeki mekanlar güzeldi. Yoksul bir mahallede geçen filmde dahi tarihi bir ev, tarihi mekanlar vardı. Bütün bu fakirliğin içinde umut vardı ve hiç ölmezdi. Çirkinler güzelleşir, fakirler zenginleşirdi. Paranın yerini aşkın aldığı da olurdu, o zaman insan gene zengin sayılırdı. Zaten zengin olunca mekanlar değişir, İstanbul’un genellikle en güzel manzaraları, üstelik duygulu bir hikayeyle Anadolu’nun en ücra köyünde dahi seyredilirdi.
- Şarkıcılar hiçbir şekilde konser vermeye gidemeyeceği Anadolu’yu filmleriyle karış karış gezdi. Arkadaşlık, dostluk, komşuluk temaları işlendi. İnsanlar mertti, kimse kimseyi arkadan vurmazdı.
- Anne her zaman baş tacıydı, onun her sözü emirdi. Ailede çocuk gelecekti ve iyi yetişmesi gerekiyordu. Anne, baba meslekleri ne olursa olsun çocuklarını kötülükten uzak tutmaya çalışırdı.
- Konular birbirine benzerdi ama her filmde hep umut, güzellik, sevgi, aşk, sadakat, dostluk, arkadaşlık gibi mesajlar vardı ve seyircinin en çok sevdiği mutlu sonla bitenlerdi.
O filmleri seyretmeye gelen insan topluluklarına bakarsak: Yazlık sinemalara bebek arabalarındaki bebekten, çok zor yürüyen yaşlıya kadar herkes gelirdi. İçilen sadece gazoz, yenilen ayçiçeği ya da kabak çekirdeğiydi. Akşam yemeği çabucak yenir, komşular birbirlerine seslenir, toplu halde her gece ya da iki gecede bir değişen filmler için yazlık sinema bahçesine gidilirdi. Filmin güzelliği ne kadar çok ağlatırsa o kadar fazlaydı. Yatsı ezanı okunurken filmin sesi kısılır, ezan bitince tekrar açılırdı. Bir komşu gelmediyse, ertesi gün gidilir, bir derdi olup olmadığı sorulurdu. Gençler, çocuklar, yaşlılar bir aradaydı.
Televizyonlar çoğaldıkça çay bahçelerinde videolardan filmler seyredilmeye başladı. Yine çekirdek, gazoz, çay vardı ama yazlık sinemanın yerini tutmadı. Kışın kapalı sinemalarda oynayan filmlerde uzun bilet kuyrukları oluşur, sinemalarda frigo-alaska yenirdi. Sonra videolar çıktı, herkes evinde seyretmeye başladı. Artık ne heyecan, ne bilet kuyruğu, ne de acele bulaşık yıkama vardı. Bence halkımız o filmlerden çok memnundu.
Şimdiki zamanda ise her gece hiç bitmeyecekmiş gibi uzayan diziler var…